İslam'ın gayr-i müslimlere yönelik uygulamaları
İslam, önceki peygamberlerin
koyduğu yasaları benimsiyorsa, bu, Kur'an tarafından açıklanan (Nisa, 4/24)
prensibin sınırları içindedir. Söyle ki: "Haram kılınanların dışında
kalanlar size helal kılındı". Yani, yasaklanmamış olan şey helaldir. Bu
kural öyleyse genelde Araplarınkine olduğu gibi putperestlerin, müşriklerin
uygulamalarına ve adetlerine tatbik edilmektedir. Ve, daha sonra, Müslümanların
yerleşmiş olduğu dünyanın bütün mıntıkalarında tatbik edilecektir. Bu yolla
İslam yasası yabancı unsurların katkısıyla zenginleşecek, diğer şeyler
arasında, yol gösterici olarak bizzat Hz. Peygamber'in tatbikatı yer alacaktır.
Sahih-i Buhari'de, Hz. Peygamber direkt bir vahiy, apaçık bir hüküm, yani bir Kur'an ayet i telakki etmediğinde ehli kitabin adetlerine göre amel ederdi, diyen bir hadis bulunmaktadır." Sonuç olarak Hz. Peygamber diğer din mensuplarının uygulamalarını da göz önünde bulunduruyordu.. Mesela İkinci Halife döneminde, yani Hz. Peygamber'in vefatından dört ya da beş yıl sonra, yabancı yasaları İslam kanunları gibi kabul ettirecek bir tarzda, bu olgunun açıklanmış şeklini bulmaktayız.
Bir gün, bir sınır
vilayetinin valisi, Halife'ye bir mektup yazarak su soruyu sorar: "Ticaret
yapmak için yabancılar ülkemize girmeyi arzuluyorlar. Onlara nasıl bir gümrük
tarifesi uygulamalıyız?". Cevap şu olur: Bu yabancıların ülkesinde müslüman
tüccara tatbik edilen gümrük tarifesi. Farz edelim ki birisi Bizans
İmparatorluğu'ndan gelsin; ona tatbik edilecek gümrük tarifesi için, kendi
topraklarına giren Müslüman tacire uygulanan gümrük vergisinin miktarını bilmek
lazım. Şayet bir İranlı bir Çinli, vb. tüccar söz konusuysa, kendi ülkelerinde
tatbik edilen gümrük tarifesi, mütekabiliyet esasi içinde tatbik edilecektir.
Şayet herhangi bir ülkede müslüman tüccar gümrük vergisinden muaf tutulursa, o
zaman bu ülke tüccarına da gümrük tarifesi uygulanmayacaktır. Şayet bir başka
ülkede, müslüman bir kadının ticaret emtiası gümrük vergisine tabi
tutulmuyorsa, müslümanlar da bu ülkenin kadın tüccarına vergi tatbik etmeyeceklerdir.
Açıktır ki, bu tatbikatı her şeye ve nasıl olursa olsun, uygulamak söz konusu
değildi.
Bir misal: İslam öncesi
Mısır'da genç güzel bir kızı, bereket kaynağı olan Nil tanrısına kurban olarak
sunmaktan ibaret olan bir tatbikat hüküm sürüyordu. Her sene, böyle bir genç
güzel kız araştırılıp bulunuyor, diri diri Nil nehrine atılmadan önce, ziynet
ve süs eşyalarıyla donatılıyordu. Nil'in bereket dolu taşmaları, Tanrı
tarafından kabul edilmiş olan bu kurban takdimine atfediliyordu. Müslümanlar
Mısır'a geldikleri zaman, ordu kumandanı Amr İbni el-As bu uygulamayı yasak
etti. Gel gör ki, tesadüfen o sene yağmurlar gecikmiş ve Nil nehrinin taşması
gerçekleşmemişti. Halk endişelenmeye, mırıldanmaya başladı; müslüman validen bu
uygulamayı zorunlu kılmasını istediler. Vali de, detaylarını açıklayarak,
durumu halifeye bildirdi. Derken şöyle cevap geldi: "Bu zarfta Nil'e
hitaben bir mektup var, mektubu alıcısına gönder". Hakikaten de aşağıdaki
şekilde kaleme alınmış, Nil' e hitap eden bir mektup bulunuyordu: "Ey Nil!
Eğer kendi iradenle kabarıyorsan, bil ki sana ihtiyacım yok! Eğer, bilakis seni
taşıran Allah ise, Allah 'tan seni taşırmasını niyaz ediyorum". Bu mektup
Nil' e atıldı ve ertesi gün o ana kadar duyulmamış seller oldu: Yalnız bir
gecede su, on iki dirsek yükseldi. İşte o zamandan beri bu cani ve vahşiyane
adet kaldırılmış oldu.
Bir başka örnek de su: Hz.
Ömer zamanında, Hindistan' a giden müslümanlar orada, bir önceki kadar acımasız
ve vahşi, ama esasında açıklanabilir bir uygulamayla karsılaştılar: Evlilik
ebedi bir ilişki olduğundan, zevce kocasından sonra yaşayamazdı. Şayet,
tesadüfen koca karısından önce ölürse dul kadın, kocasının cesedi yakılırken
kendisini ateşe atarak canına kıymak zorundaydı. Müslümanlar hakim oldukları
bölgelerde bu uygulamayı kaldırdılar. Diğer ifadelerle denilebilir ki,
müsamaha, hangi ülkenin olursa olsun, iyi uygulamaları için cari idi. Hz.
Peygamber söyle dememiş miydi: "Hikmet müslümanın yitiğidir, onu nerede
bulursa alır". Demek ki, yabancı kanunlarla ilgili bir dokunulmazlık
yoktur; iyi uygulamalar kabul edilir. Kötüleriyse reddolunur ve müslüman
olmayanlara bile, bunlara uymak yasaklanır.
Sıkça rastlanan bir şey de,
müslüman fatihler tarafından iptal edilmiş olan uygulamaların sonraki bir çağa
ait olması ve inancın orijinal yapısında bulunmamasıdır. Mesela Zerdüştlük,
İranlılara kendi öz kızı, kız kardeşi, hatta annesi gibi yakin bir akrabayla
evlenme müsaadesi tanıyordu; böyle bir evliliğin yabancı bir kadınla yapılan
evlilikten daha iyi olduğu kabul ediliyordu. Bu, akrabalar arası yasak evlilik
idi, ama onlara göre bu mübarek ve kutsal bir işti. Halife bu uygulamanın
kaldırılmasını emretti; zira Zerdüştlükte böyle bir şey bulunmuyordu. Bu
uygulama ancak sonraki bir çağda ortaya çıkmış, kendi öz kız kardeşiyle
evlenmek isteyen bir kral tarafından halka zorla benimsetilmişti. Konu hakkında
muhakkak ki söylenecek çok şey vardır.
Prof. Dr. Muhammed Hamidullah / Hz. Peygamber Gayr-i Müslimlere Nasıl Davrandı adlı makalesinden
Yorumlar