Kayıtlar

2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Suyun hayatı

Resim
Gecen gün rastladığım suyla ilgili bir yazı, suyun gerçekten hayatımızda önemli bir yeri olduğunu gözler önüne seriyor. Mesela suyla ilgili yapılan son araştırmalarda suyun hafızası olduğu tespit edilmiş. Mikroçipler gibi içinde çevresine duyarlı binlerce bilgi dizisi barındıran olan her bir su hafıza hücresinin içinde sürekli birbirlerinden ayrılıp, yeni moleküller oluşturan bir yapı var ve bunlar uzun süre yaşayabiliyorlar.  Pennslyvania Üniversitesi’nden Prof. Dr. Rustum Roy, moleküler yapının suyun alfabesi olduğunu ve bu yapıdan da suyun cümlelerinin yazıldığını, ama hepsinden önemlisi, kişinin sudaki bu cümleleri değiştirebileceğini iddia ediyor. Yazıda bu son cümleye şöyle sıradışı bir örnek veriliyor: 1881'in kışında batan yelkenli gemi Lara’dan kurtulanların su ikmali kısa sürede tükendi. Denizde üç hafta sürüklendikten sonra kıyıya ulaştıklarında, geminin kaptanı onları neyin kurtardığını şöyle anlattı: “Temiz su düşlüyorduk. Cankurtaran sandalını çevreleyen suyun o

Kutlu Medine'den kutlu kareler

Resim
Medine-i Münevvere o kutlu belde. Kalplerde o kadar yer edinir ki memleketlerine dönen herkes aydınlık şehri, nurlu beldeyi hasretle yad eder. Medine'de Büyük Rasulun geçtiği yerleri, girdiği mağaraları, savaştığı mekanları dolaşırken sanki karşısına o çıkıverecekmiş gibi hisseder insan. İşte o yerlerden bir kaç esiniti.

Menderes ve kaybolan camiler

Resim
Saygı duyduğum, sözüne güvenilir asırlık yaştaki hocamla konuşurken söz kaybolan eserlere geldi. Menderes zamanında 51 tane caminin yol açma ve değişik imar faaliyetleri sebebiyle yıkıldığını anlattı. Tophane, Karaköy, Fatih, Eminönü, Beşiktaş'daki bu tarih katliamı o zaman tepki gördü mu görmedi mi bilemiyorum. Fakat şunu biliyorum ki Osmanlının son zamanında batılılaşma serüveniyle birlikte kendi eserlerimizi hor görme trajedisi Cumhuriyet devriyle birlikte hız kazanmış.

Derviş, çay ve sabır

Resim
Bugün Japon dostluk derneğinin düzenlediği çay seremonisine katıldım. Çay seremonisi Çinli Budistlerden gelmiş 500 yıllık bir gelenek. Yaklaşık yarım saat süren bir hazırlama ritüelinden sonra bizim çorba kasesine benzer bir kaseyle servis yapıyorlar. Tabii bunun da bir usulü var. Kaseyi sunan kişi misafirin gözünün içine bakarak kaseyi veriyor. Ardından yüzü misafire dönük şekilde geri çekiliyor.

Ya Kebikeç

Geçen Süleymaniye Kütüphanesine yolum düştü. Kütüphane müdürünü daha önce tanıyordum. Dünyanın sayılı yazma eser koleksiyonuna sahip bir yer. Mekan kütüphane olunca haliyle söz kitaplardan açıldı.  Önceden beri aklıma takılan bir konu vardı. Yazma eserlerin başına, kimi yerlerine yazılan Ya Kebikeç cümlesi ne anlama geliyor. Bunu sordum. İlk önce kitapların rafta sıralanma şeklini anlattı. Eskiden yazma eserler raflarda üst üste sıralanır, dik konulmazmış. Yaprakların birleştiği yere kitap ismi yazılır, hangi kitabın arandığı kolayca bulunurmuş. Arapça kitapların sağdan başladığını düşünürsek sol sırtı yere gelir, sağ tarafı yani ilk kapağı üstte kalır.  Sağdaki ilk kapak içine ya kebikeç yazılırmış. Bu ifade kitapların böceklerden, güvelerden korunması maksadıyla yazılan bir nevî kitap tılsımı, bir çeşit efsunmuş. Aslında efsane bir canlı olduğuna inanılsa da aslında kebikeç, kitap kurtlarının şahıymış.  Müdür, bugüne kadar elinden geçen, ilk sayfasında kebikeç yazan kitaplarda genell

İngilizce film

Resim
Film izlerken ingilizce öğrenmeyi deniyorum bir kaç gündür. Epey bir mesafe kat ettiğimi düşünüyorum. Filmlerle ingilizce öğrenmeyi kendime göre bazı basamaklara ayırdım. İlk basamak veya 1. kur için tükçe dublaj, ingilizce altyazı öneririm. Tabii bunun için temel düzeyde kelime ve gramer bilgisi edinmiş olmanız gerekir. Aynı zamanda bu kur, akademik hazırlık içinde olanların tercih edebileceği bir basamak. Yani metin odaklı bir çalışma olacak.

Çok dilli bir site: Livemocha

Resim
Facebook tarzı bir sistem kullanarak yabancı dil öğretmeye çalışıyor. Bence başarılı da oluyor. 30 civarında yabancı dilin dersi veriliyor. Telaffuz ettiğin kelimeyi gönüllü hocan düzeltiyor. Teach sekmesine tıklayın. Yes, I want to be a teacher on Livemocha! kutucuğunu işaretledikten sonra siz de öğretmen olabilirsiniz. Ayrıca yaptığınız sesli, görüntülü ve yazzılı dersleri kaydederek tekrar kullanabiliyorsunuz. Share seceneğine tıklayarak diğer üyelerin bu dersleri izlemelerini sağlıyorsunuz. Sitede ağırlıklı olarak İngilizce ve İspanyolca dökümanları yer alıyor. İşinize çok yarayacağından eminim: http://www.livemocha.com/ Abdullah Kargılı

Doğru yaşlanan binalar

Resim
Oturduğum bina orta yaşlı, bana güven vermiyor. 50 yaşına varmadan yaşlanmış görünüyor. Bir çok sebebi var tabii ki. En başta yanlış temel sistemi ve kalitesiz malzeme kullanımı. Osmanlıda evler kısmen dayanıksız bir malzeme olan ahşaptan yapılır, insanoğlunun faniliği vurgulanırdı. Kamu binaları ise taştan inşa edilir, devletin ebediliği vurgulanırdı. Şu anda böyle bir bilinç yapımız mevcut değil. Günümüzde çoğu bina geçiciliği simgeliyor. Bu kutsal anlamda bir geçicilik değil elbette. Burada fiziki yaşlanmayı vurguluyorum.

Google üniversiteli

Resim
Google arama dünyasındaki yerini gün geçtikçe sağlamlaştırıyor. Akademik google yeni bir hizmet. http://scholar.google.com/ adresine girdiğinizde arama çubuğuna girmek istedğiniz kelimeyi yazıp enterleyin. Ben tasavvuf kelimesini arattım. 1000 civarında sonuca ulaştım. Google bu sistemde temel olarak üniversitelerin tez ve makale arşivlerini kullanıyor. Pdf olarak sunuyor. Burası iyi. Fakat kitap tanıtımları için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. İçeriğine ulaşmada o kadar başarılı değil. Arama sonuçlarının ne anlama geldiğine dair Google’ın yaptığı açıklama: 1. Başlık – Makalenin özetinin ya da web'de kullanıma sunulduğunda tam makalenin bağlantılarıdır. 2. Alıntılanma sayısı:– Gruptaki makalelerden alıntı yapan diğer yazıları tanımlar. 3. İlgili Makaleler – Bu gruptaki makalelere benzer diğer yazıları bulur. 4. Kütüphane Bağlantıları (online) – Bağlı kütüphanenizin kaynakları üzerinden, ilgili çalışmanın elektronik bir sürümünü bulur. Eğer kampüsteyseniz bu bağlantılar otomatik olar

Sayılar ve sözcükler

Resim
Şöyle bir başlık görüyoruz manşetlerde: “Irak’ta patlama 91 ölü”, “Gemi battı 25 ölü” “Trafik kazası 29 ölü” Manşetler için derecelendirme yaparsak birinci manşet için çok feci, ikinci manşet için feci, üçüncü manşet için az feci duygusu uyanır. Rakamlar fısıldadı bize bu duyguları. Halbuki trafik kazasında ölenlerin hepsi belki okula giden çocuklardı. Veya gelinle damatın yakınlarıydı, terhis alan askerlerdi. Bu gibi ayrıntılara geçince ölü sayısı önemini kaybediyor. Sözcükler nöbeti devralıyor. İşte yazının gücü.

Çok sesli sözlük

Resim
Şu aralar ingilizce çalışıyorum. Kpds, Üds kaynakklarını tarıyorum. Sözlük ihtiyacımı Poly elektronik sözlükten karşılıyorum. Kelimelerin anlamını kitaptan bakmaya üşendiğim için böyle yapıyorum. Gerçi klasik sözlüklerden kelime aramak daha avantajlı. Kitabı karıştırırken diğer kelimeler de göze çarpıyor ve farkına varmadan başka sözcükler de öğreniyorum.

Unadikum

Size sesleniyorum! Ellerinizi tutuyorum sımsıkı Bastığınız yerleri öpüyor Ve diyorum ki: Sizin için feda olayım! Gözlerimin ışığını sunuyor, Sıcacık kalbimi veriyorum Dipdiri bir felaket Sizin felaketinizden bana düşen Vatanıma ihanet etmedim Omzum dik Karşı durdum zalimlere Yetim, çıplak, yalınayak! Kanımı avuçlarımda taşıdım Yok ettirmedim inançlarımı Mezarlarını önden gidenlerin ve üzerindeki yeşil otları bile Korudum!

Küller ve Kar

Küller ve Kar Bu anda bana gelirsen, dakikaların saat olur, saatlerin gün, ve günlerin bir ömür olur. Fillerin Prensesine... Tam bir yıl önce kayboldum. O gün bir mektup aldım. Beni fillerle yaşamımın başladığı yere geri çağırıyordu Lütfen aramızda bir yıldır süren sessizlik için beni bağışla. Bu mektup sessizliği kırdı. Sana yazacağım 365 mektubun ilki. herbir sessizlik günü için bir tane. Asla bu mektuplardaki kendimden fazlası olmayacağım. Bunlar benim kuş yolu haritalarım. ve bunlar doğru olacağını bildiklerimin hepsi. Herşeyi hatırlayacaksın. Herşey öncesi gibi olacak. Zamanın başlangıçında, gökyüzü uçan fillerle doluydu. Her gece gökyüzünde aynı yere yatıyorlardı. Ve bir gözleri açık hayal kuruyorlardı. Eğer gece yukarıdaki yıldızlara bakarsanız... bir gözleri açık uyuyan fillerin ışıldayan gözlerini görürsünüz. En iyisi bizi izlemeye devam edin. Evim yandığından beri ayı daha net görüyorum. İçime düşen tüm cennetlere bakıyorum. Ellerimle tuttuğum cennetler gördüm, fakat bıraktım

Islak Çeltikler'e

benim bir sevincim var yüzün artık akşam bir çocuğun gülüşünü görüyorsun nereye baksam kıyımız uzak ve kuytuda ellerimiz sanki yok ellerimiz yok ama senin ellerini bir tutsam bazı çocuklar doğar bilirim bazı çocuklar doğmaz doğmayan çocuklar için bilmem ne yapsam ey çavlan. bitmeyen temmuz güneşi. ey aslan silkin. sakla harmanını. çocuğunu sakla ey aslan. suya kaptır kendini ellerin sanki yok bir güzel günde mızıkalarla bir alanda dursam sen yoksun gazeteler yok geçmişin razı değil bilmem ki doğmayan çocukları ben mi doğsam Turgut UYAR

Uzun yağmurlardan sonra

Sen yağmurlu günlere yakışırsın Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler Islanan yapraklar gibi yüzün ışır Işırsa beni unutma Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün Her şeye rağmen ellerin üşür Üşürse beni unutma Yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular Kahredersin başın önüne düşer Düşerse beni unutma Gülten AKIN

Bir Tereddütün Şiiri

bir pazar yorgunuyum sevgili günce yazılı olmuşum dün gece sosyalden ve dinden sahici sanat çalışmışım, dolmuşum ta boğazıma büyük müzik, uzun roman, mutlak kibirle deri değiştirmişim beşiktaş’a geçerken alelacele bugün pazar, bugünpazar gazeteleri alıp basıyorum yaralara ekleriyle küçükkentsoyluya bir kalıp ezine balkonda begonya güzeldir vesaire vapurların biteviye geçtiğini bilmek hem şu yönde mutlupazar dondurmaları eriyor balıkları büyüyor duyuyor musun ey günce lirikler şarlayarak iniyorum ilk durakta patates baskı kızlar da iniyor usta rimeller, sivilceler, pozitif enerjiler iniyor başımda beğendiğim dizelerimden bir ayla çıkarken geçirivermişim üstüme kentli bir sıkıntı büyüğünden üstelik, dökümlü duruyor çekirdek aileler hafta içini çitiliyor bungunluğu, taksitleri, ortanca kızın karasevdasını sahile götürmeli çocukları, insanlar benzemeli birbirine uzaktan geçen gemiler ilk gençlik yıllarım demeli baba sigara dumanından bir mask suratında yaşlanıyorum, çünkü korkuyorum diye s

Yeniden

Anladım bir yeryüzü sürgünü olduğumu yeniden Neresinden tutacağımı bilemediğim bu hayat hoyrat insanların tornasında eğilen, bükülen Acıyla, elemle herkesin birbirini ve beni yemesini seyreden, yeniden ve yeniden... Anladım iflâh olmaz biri olduğumu, yeniden Beynime çevrilmiş silah, göğsüme dayanmış hançer, kalbime sokulmuş dinamit; binbir söz, binbir yüz Anladım, ağaçta kızaran elma, tarlada büyüyen buğday, saksıda yeşil fesleğen, rüzgârla savrulan yaprak, tepelerde dönen kartal, anladım anladım Anladım görür görmez 'işte bencileyin bir adam' der, Celâl Usta Saçma bir dünyada hayatın anlamını arayan 'Herşeyin ama herşeyin bir anlamı ' olduğunu bilen, bildiren ruh marangozu Alnımın ortasındaki o derin çizgiden kendi çizgisine anlam taşıyan Anladım, hayatın kıyısında, yalnız, kendince, bilge Alnının ortasında derin çizgiyle... Anladım, insanlar insanları öldürebilir, ciğerlerini sökebilir, çarmıha gerebilir, kazığa oturtabilir, çiğ çiğ yiyebilir Ben kusarım. Bütün ölenle

Biz

Ve biz, Biz yaşamı sınırsız severiz Ve İki şehid arasında raks ederiz Onların arasında menekşeler için, minare ve palmiye ağaçları dikeriz Biz yaşamı sınırsız severiz İpek böceğinden bir tel çalarak gökyüzüne çiçek deseni öreriz Ve kaçış için bahçenin kapılarını aralarız Ki yasemin çiçekleri tüm caddeyi kaplasın Güzel bir gün gibi, Yaşamı sınırsız severiz Nerede olursak olalım geçtiğimiz yere bitkiler diker Ve ölülerimizi yerden kaldırırız Ve rengin ıssızlığında Uzakları okşarız Uzaklar Toza, toprağa karşı bir at’ın çığlığını soluk yaparız kendimize İsimlerimizi taştan, taşa kazırız Ah, ey aydınlık Aydınlık sun Geceye azcık ışık sun. Biz Yaşamı sınırsız seviyoruz… Mahmud DERVİŞ

Leyla

Günlerden bir özge bir gün müdür Yaprak dökümü müdür gizemli neylerin Dağlar Leyla albenisiyle mi donanmıştır Bulutların doluktuğu Bunlar sözcük müdür yoksa tuz ırmağı mı Roma’ya yakınılan ben miyim Bir gün Her gün gelen meleğin gelmeyeceğini Bilen ben miyim İlenen Leyla mıdır Leyla mıdır (kötürüm bir yel eser ıraklardan Üçgenlerin eşliğinde Unutulur olay özellikleri Şems’in öğütleri erir ufukta Doğuda batar güneş) Kötürüm bir yel eser ıraklardan Çağlar alınyazımı tartışır Karanlığı tırmalar karanlık bilgeler Evren bir savaş alanıdır Aşkı eline dolayan bir dize yürür üstüme Bir kent mecnunu keser yollarımı Leyla’yı sorar ( ölüm şarkısını çalar gizemli neyler Düşer – bu bir ölüm düşüşüdür – çılgın hüseyniler Bağlanır bir aksak hicazda Şevki Bey’in kolları Doğuda batar güneş ) Leyla bir özge can mıdır Can içinde can mıdır Bir adam anlattılar leyla’yı avuçlarında gizliyormuş Bir adam koynunda taşıyormuş onu Onları kıskanmak mıdır leyla’ya giden yol Ağlasak bağışlar mı Nasıl ölünür uğrunda

Bırakıp Gittin Beni

bırakıp gittin beni bütün kapılarda bütün çöllerde tek başıma kodun şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim vardığım hiç bir yerde değildin sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını denizde dalgakırandan da boş boşluğunu bir günün seslenip de senden cevap alamadığım sessizliği bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç bana bakıp görmediğin için ben yokken içini çektiğin için ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen Luis Aragon

Pia

ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın ellerini bir tutsam ölsem böyle uzak seslenmese ben bir şehre geldiğim vakit o başka bir şehre gitmese otelleri bomboş bulmasam içlenip buzlu bir kadeh gibi buğulanıp buğulanıp durmasam ne olur sabaha karşı rıhtımda çocuklar pia'yı görseler bana haber salsalar bilsem içimi büsbütün yıldızlar basar bir hançer gibi çıkıp giderdim ben bir şehre geldiğim vakit o başka bir şehre gitmese singapur yolunda demeseler bana bunu yapmasalar yorgunum üstelik parasızım pasaportsuzum ne olur sabaha karşı rıhtımda seslendiğini duysam pia'nın sırtında yoksul bir yağmurluk çocuk gözleri büyük büyük üşümüş ürpermiş soluk ellerini tutabilsem pia'nın ölsem eksiksiz ölürdüm Attila İLHAN

Destina

Dün gece sen uyurken İsmini fısıldadım Ve hayvanların korkunç Öykülerini anlattım Dün gece sen uyurken Çiçeklere su verdim Ve insanların korkunç Öykülerini anlattım onlara Dün gece sen uyurken Yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana İşte bu yüzden, sırf bu yüzden Yeni bir isim verdim sana Destina Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için Seni bu denli yıktıkları için Yaşamımın gizini vereceğim sana Lale Müldür

Elveda

Deyirem sefası bitdi ömrümün, İndi dağ çıhıram, düze elveda. Göze duman çökür, başa gar yağır, Bahara elveda, yaza elveda. Aşgına her zaman mügaddes dedin. Günler elden gedir, sen teles dedin. Çohu istemedin, aza bes dedin, Dedim, çoh yoh ise, aza elveda. İndi öz kökünden üzülen menem. Özge budaglara düzülen menem. İndi ne sen, sensen, ne de men, menem. Biz ki, biz değildik, bize elveda. Bahtiyar, derinde sızlayıp yaran. Seni keçmişine bağlar her zaman. Zulmet üreğini işıglandıran, Yoluna şam tutan göze elveda. Bahtiyar Vahapzade

Kuşlar Yıkanır Sesimde

tuz basılmış yaralarıma inat pervaneyim ışığında ey hayat devrik bir sultanın kahreden kederi yanmış yıkılmış saray öreni değil artık yüreğim zinciri kopart ay çapında bir dul gecede sular uyurken uyandım dudağımda çiy gül yaprağında kan dizginleri yağmura dolanan doru taydı zaman gömdüm ölülerimi bir kızıl gülün dibine sorgucum Anka tüyü saltanatım gül böğürtlen mevsimi kuşlar yıkanır sesimde Perihan BAYKAL

Ölmek Konusunda

Ha üç gün önce, ha beş gün sonra. Geldiğin gibi gidişin. Nereye gittiyse anan, baban, Peşinden kardeşin. Bir yaprak dökümüdür dört yandan. Bir dostun, seninle ağlamış gülmüş, Bir sabah gazeteyi açarsın ki: Ölmüş! Daha dün gibidir hepsi. Evlendiğin gün çekilmiş resim. Mesutsun bak, çoluk çocuğunla. Geçti kaç mevsim... Gençtin, dinçtin... hepsi bir zamanlar. Nerende şimdi ağrın, sızın? Yatakta mı, yavaş yavaş Ya sokakta ansızın? Birkaç bahar, bir o kadar kış. Ömürdür; uzun, kısa. Ne ise göreceğin; Kısmet ne kadarsa. Hangi yılsa o, hangi ayın hangi günü, Saati çalınca, gelince sıran. Nasıl yaşadıysa habersiz, Nasıl öldüyse bunca insan... Ziya Osman SABA

Kriz Zamanında Naat

Kriz Zamanında Naat Krizya prizmasından seyrediyorum mor Gabriel’i Menekşeler bu prizmada kırılıyor Kızıl zihinde kırık her şey kırık Herkes hummalı ve zamanlar garip ama böyle olması gerekiyor diyor Siyah Kalem “çünkü ancak yıkılan evde haine vardır” Ego kırılacak Beden kırılacak Kalp kırılacak Her şey kış ışığı gibi kırılacaktır ki Yeni bir başlangıç olsun Postnişinler öğleden sonrası oturmalarında Üzerlerine yağacak 120 elmas yağmurunu bekliyorlar Ameliyat masası üzerinde Garp sürgünü, Şark sürgünü Türkiye’nin kızıl kalbi açık Çünkü kalp ince saydam Bir cisimdir bunu anlayamadılar Bak her şey kırılıyor sen mai bakışın için, Logos, son lötüs ağacının ötesinde iç çekerken melek Sat bir kalp kırılıyor Senin sözün için Gece kuğuyla yolculuk eden O’na O’nunla vakit geçiren O’na Bir kedi kırılıyor ağzında Senin yakut mührün arketipik ahmet “Mim’siz Ahmed’sin sen” Swahili dilinde kırılıyorum Arkalarını döner dönmez Satıyorlar beni Lahor’da kırık bir sitar gibi Hastayım, hırkanı at üzerime

Susuzluk'a

sen beni hazırlama sakın sen de bana gel ölmüş ölü olmuş hüseyne hasana gel. elleri koku dağıtırdı nasıl bir koku suya gel kana gel bir yeni hasana gel. o öldü çünkü bir gülü tutmuştu bilmeden sen istersen her gün gel her sene gel. gel beyazlıkları elle türlü kokuları biç günler karardığında davran hep sana gel. ne yap yap hazırla kendini anladın mı ne yap yap meselâ ısıtıp dökündüğün sularla bile bana gel. hatırlanmış bir gül ben de hatırlarım kolaydır ölmüş mü ölmemiş mi hüseyne hasana gel. hüseyin de öldü ölür hasan da öldü ölür ölen ve dirilen o bitmez insana gel. Turgut Uyar

Sonbahar Yitiminin Ezgisi

Bak ben bir çocuktan çıktım haylaz sarışın Yüzümü güneşe tuttum, aykırı bir çocuktum Buğday başakları arasından dünyaya gülümseyen Bir sonbahar yüzümü yağmurda eskittim Aynaları öptürdüm, aynaları dünyaya tuttum Kuşlar uçuştular içinden dört bir yana Ey sonbahar! Yaprak yaprak savruluşun büyüsü Sevgilerimi sıcak sakla, acılarımı dağıt git Bak ben bir çocuktum sarışın kiraz küpeli Suçum yok sendelediysem bir aşk yangınıyla Çünkü ölümdü ayrılıktı yalnızlıktı Kalbin akan sesiyle daha yeni tanıştım Bak ben başak kadar çocuktum ablası olmayan Şiir çektim ayrılıklarla gölgelenmiş aşklardan Uyanıp her gece uykudan denize açıldım. Ah denize gömseydim denize gömseydim Av şarkılarımı, ayrılıklarla biten aşklarımı Ay bütün gece dizlerimde kanadığı zaman Bak ben okuldan kaçtım üstüm başım kırağı Kıskandım kuşların ulaşamadığı başı dumanlı dağları Günlerdir kendime yakıştırdım, kuşlar yağdı şakaklarıma Sonra yürüdüm her duvara bir pencere açarak Yürüdüm dilimin ucunda yaprak döken bir türkü Ahmet A

Meryem

Yine de son şansımı kullanmak istemezdim saçlarının uğultulu hançeri karşısında.. Sokaklarının tuzunu kalbimin şaşkın ve sitemkâr ipine bulamazdım.. Belki de dilimi felç etmez, çehremden bu kadar ürpermez, sesimde tozlanan bütün şüphe belirtilerini ateşli ihtimal seanslarına yormazdım.. Şehirde senin adın şiddetlense, şâyla büyüse, kimsenin bilmediği puslu haberlere koyu bir gül süsü vermezdim.. Sen yine de bu soğuk, bu yaban, bu çiğnenmiş çaresizliği iki dudağının arasından sızdır ma! Ve günün birinde yanılıp da, mâzînin o me'yus yaralarına sakın kucak aç ma!. Hem nasıl olsa, yıllar sonra her mâsum hatırlayışın rûhunu sıyıran içli, buruk bir tadı kalacaktır aynalarda.. Hançerendeki tufan işaretini biraz ertelesen oy sa, takvimleri rendele sen, hayat bir süre hüsrana uğrasa... ve ellerine üşüşen meçhûl hakikatı benim yitirişlerim için perdelesen.. Sancılı bahçelerde dilek-şart kipiyle serinlemez, camların uçuk eczasıyla meczup suların yatağından uyanmaz, ve yalnız bana zaptedilmiş

Dağlarda Ateşler Yandıkça

Oda karanlık Odadan dışarı çık Şehir karanlık Şehirden dışarı çık Korkma Yürü bir hayli yürü Gördün mü Dağlar başladı artık. Korkun dağılır rüzgarda Bekle biraz Dağlarda ateşler yandıkça Karanlıktan korkulmaz. Dağlar karanlık Dağlara yukarı çık Korkma Yürü bir hayli yürü Az daha yukarı çık Birbirinden uzakta Gördün mü Ateşler parladı artık. Şimdi dağlar kaldı yine ardında Odan yendi karanlığı, ölümü Dağlarda ateşler yandıkça Karanlıktan korkulmazmış, gördün mü? BEHÇET NECATİGİL

Filistinli sevgili

Resim
Gözlerin bir diken yürege saplanmis, çildirasiya sevilen, iskencesine dayanilamayan. Gözlerin bir diken, rüzgârdan korudugum, ötesinde acilarin, gecelerin, derinlere sapladigim. Kandiller yanar isiginla, geceler dönüsür sabaha. Bense unuturum birden, - göz rastlar rastlamaz göze-, yasadigimiz bir vakitler kapinin ardinda yanyana. * Sakirdin sanki konusurken. Isterdim konusmak ben de. Dudaklarda hayir mi kalmisti ki, O bahar gibi dudaklarda! Sözlerin güvercin gibi yuvamdan uçtu gitti. Kapimiz, sonbahar kadar sari basamaklari ardindan firladi gitti caninin çektigi yere. Aynalar oldu paramparça, yigildi içimize aci üstüne aci. Topladik sesin küllerini getirdik bir araya. Böylece söyler olduk acili türküsünü yurdumuzun. Hep birlikte sazin bagrina ektik bu türküyü, evlerin damlarina tas firlatir gibi firlattik attik bu türküyü, alin, dedik, sancidan kivranan kalplere. Oysa her seyi unuttum ben simdi. Ya sen, ya sen, sevgili, sesini kimselerin bilmedigi! Belki de gidisindir senin ya da susma

Gazze, Gazze...

Resim