Fususu'l-Hikem üzerine


Fususu’l-hikem, İbnü’l Arabi’nin, tarihin her döneminde aktüalitesini koruyan felsefi soru ve sorunlara dair verdiği cevaplara haiz bir eserdir. Bir şeyin kabuğunu soymak ve öz anlamlarına gelen “fass” kelimesi İbnü’l-arabi’nin eser içinde kullandığı anlamıyla yüzük taşı anlamlarına da gelmektedir. Hikmetlerin özü şeklinde bir isim seçmesi eserin içeriği hakkında bilgi vermektedir.  

İbnü’l-arabi’nin eserde kullandığı yüzük taşı metaforunu dikkate aldığımızda bahsedilen şey her ne ise verilen cevap ne kadar çevreden dolaşıyor gibi  görünse de kitap tüm varlık sorunlarının merkezinde bulunan ve tüm soruların cevabı niteliğindeki insan-ı kamil’i anlatmak istediğini söyleyebiliriz. Gözün gözbebeği olan, yüzüğün taşı olan ve şeyhin ifadesi ile alemin nazarı ile ayakta durduğu insanı kamil.

İçerik itibariyle eser, Kur’an’da ismi geçen peygamberler ve onlarla alakalı bazı ayeti kerimelerin tefsiri sadedinde ortaya konan üst düzey metafizik sorunlardan bahsetmektedir. Bu anlamda bir Kur’an tefsiridir de Fusus. Ancak ne üslubu daha önceki eserlerin üslubuna ne de işaret ettiği hususlar ve ele alış biçimi başka eserlere benzememektedir.

Benzememektedir zira Şeyhü’l-ekber, her ne kadar yüzyıllar içinde tekamül eden hikemî ve nazarî dili kullanıyor olsa da bu dili diğer kullananların mahrum olduğu keşfî bir gündemi vardır. Bu yüzden de değerlendirmeleri diğerlerinin erişemediği alanlara ulaşmış, başkalarının yüzeysel değerlendirmek zorunda kaldığı ya da ilerleyemediği yerlerde o, bu dilin sınırlarının ötesine geçen değerlendirmeler yapmıştır. 

Şeyh’in bütün eserlerinde görülebilecek bu boyut Fususu’l-hikem de özellikle belirgindir. Örneğin İbrahim Fassı, Nuh Fassı, İsa Fassındaki izahları özellikle tartışma konusu olmuştur. Zira nasların bilinen ve alışılagelen yorumlarının oldukça ötesine geçmektedir. Hz. Nuh’u tebliğinde ve Hz. İbrahim’i de rüyasını tabir ederken tahtie eden yorumları peygamberleri tebrie eden geleneğe,  Hz. İsa’nın uluhiyeti meselesine getirdiği sıra dışı izah ise geleneksel tevhid anlayışına aykırı görünmektedir. 

Bu ve bunun gibi hususları, Fusus şarihleri kabul edilebilir hale getirmek için çeşitli yorumlar yapmışlardır. Ancak bu husus, muhalifler için bir sorun olarak kalmaya devam edecektir. Zira Şeyh’in takipçileri, anlatılanların ve yorumların, sıradan insanların mahrum olduğu keşfî bir kaynaktan beslendiğine ikna olur ve ona bu hususta güvenirler. O yüzden sadece nazari bir değerlendirme yapmadığının farkında oldukları için bu dilin ötesinde bir sermayesi olmayan muhaliflerine meseleyi izah etmeye ve anlaşılır kılmaya çalışırlar. 

Şeyh’i okuyanlar nazari değerlendirmeler müvacehesinde kesin bir hükme varmanın imkansız olduğu bu değerlendirmelerde Şeyh’in keşfine güvenerek meseleyi anlatıldığı gibi kabul etme yolunu benimseyebilir.  Ancak okuyan kimsenin bu halden mahrum olmakla birlikte böyle bir şeyi kabul etmesinin ona fayda mı yoksa zarar mı vereceği tartışmasını bir kenara bıraksak bile –ki sufilerin ekseriyeti bu hal yaşanmadan dava edilmesini caiz görmezler- başka bir sorun daha vardır. O da Şeyh’in ya da bir başkasının gördüğü keşiflerin nihai bir müşahede olduğundan asla emin olunamayacağı vakıasıdır. 

Netice olarak Şeyh’in müşahede sahibi olduğunu ve söylediklerini en iyi şekilde formüle ettiğine inanılsa bile bu sorun aşılmadığı sürece -en iyi ve güvenilirlerinden görülecek olsa bile- Şeyh’in yorumları yorumlardan bir yorum olarak kalmaya devam edecektir. Dolayısıyla Şeyh’in eserlerini özellikle de Fusus’u keşf erbabı bir veli tarafından manevi bir emir ve ilham ile yazılmış olduğu gerekçesiyle tartışmaya kapatmaya çalışanların yöntemini sağlıklı görmek mümkün değildir.  Sadece nazari dile vukufiyeti olmakla bu meselede değerlendirmeler yapmak ise mevzuyu ne kadar açıklar, bilinemez. Fakat akla yaklaştırabilmesi açısından önemli bir yoldur.  

Söylemek istediğimiz şudur ki günümüz insanı Fusus’u sadece okunarak anlaşılacak bir eser gibi görmekten vazgeçmeli ve eğer bu meselelere dair bir meyli var ise bu okumalar paralelinde tüm piran-ı tasavvufun ortak kanaati olan bir mürşidi kamil eliyle seyr-i sülük’e cehd etmelidir. Fusus ve benzeri eserlerin okuyucuya kendini açması ancak o zaman mümkün olacaktır.


Abdullah Kargılı

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fena ve Beka

Ortaasya ve Balkanlarda dini gruplar

Ebu Nasr Serrâc et-Tûsî'nin el-Lümâ'sında Tasavvuf, Tevhid, Marifet ve Makamlar