Kayıtlar

Mayıs, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Pia

ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın ellerini bir tutsam ölsem böyle uzak seslenmese ben bir şehre geldiğim vakit o başka bir şehre gitmese otelleri bomboş bulmasam içlenip buzlu bir kadeh gibi buğulanıp buğulanıp durmasam ne olur sabaha karşı rıhtımda çocuklar pia'yı görseler bana haber salsalar bilsem içimi büsbütün yıldızlar basar bir hançer gibi çıkıp giderdim ben bir şehre geldiğim vakit o başka bir şehre gitmese singapur yolunda demeseler bana bunu yapmasalar yorgunum üstelik parasızım pasaportsuzum ne olur sabaha karşı rıhtımda seslendiğini duysam pia'nın sırtında yoksul bir yağmurluk çocuk gözleri büyük büyük üşümüş ürpermiş soluk ellerini tutabilsem pia'nın ölsem eksiksiz ölürdüm Attila İLHAN

Destina

Dün gece sen uyurken İsmini fısıldadım Ve hayvanların korkunç Öykülerini anlattım Dün gece sen uyurken Çiçeklere su verdim Ve insanların korkunç Öykülerini anlattım onlara Dün gece sen uyurken Yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana İşte bu yüzden, sırf bu yüzden Yeni bir isim verdim sana Destina Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için Seni bu denli yıktıkları için Yaşamımın gizini vereceğim sana Lale Müldür

Elveda

Deyirem sefası bitdi ömrümün, İndi dağ çıhıram, düze elveda. Göze duman çökür, başa gar yağır, Bahara elveda, yaza elveda. Aşgına her zaman mügaddes dedin. Günler elden gedir, sen teles dedin. Çohu istemedin, aza bes dedin, Dedim, çoh yoh ise, aza elveda. İndi öz kökünden üzülen menem. Özge budaglara düzülen menem. İndi ne sen, sensen, ne de men, menem. Biz ki, biz değildik, bize elveda. Bahtiyar, derinde sızlayıp yaran. Seni keçmişine bağlar her zaman. Zulmet üreğini işıglandıran, Yoluna şam tutan göze elveda. Bahtiyar Vahapzade

Kuşlar Yıkanır Sesimde

tuz basılmış yaralarıma inat pervaneyim ışığında ey hayat devrik bir sultanın kahreden kederi yanmış yıkılmış saray öreni değil artık yüreğim zinciri kopart ay çapında bir dul gecede sular uyurken uyandım dudağımda çiy gül yaprağında kan dizginleri yağmura dolanan doru taydı zaman gömdüm ölülerimi bir kızıl gülün dibine sorgucum Anka tüyü saltanatım gül böğürtlen mevsimi kuşlar yıkanır sesimde Perihan BAYKAL

Ölmek Konusunda

Ha üç gün önce, ha beş gün sonra. Geldiğin gibi gidişin. Nereye gittiyse anan, baban, Peşinden kardeşin. Bir yaprak dökümüdür dört yandan. Bir dostun, seninle ağlamış gülmüş, Bir sabah gazeteyi açarsın ki: Ölmüş! Daha dün gibidir hepsi. Evlendiğin gün çekilmiş resim. Mesutsun bak, çoluk çocuğunla. Geçti kaç mevsim... Gençtin, dinçtin... hepsi bir zamanlar. Nerende şimdi ağrın, sızın? Yatakta mı, yavaş yavaş Ya sokakta ansızın? Birkaç bahar, bir o kadar kış. Ömürdür; uzun, kısa. Ne ise göreceğin; Kısmet ne kadarsa. Hangi yılsa o, hangi ayın hangi günü, Saati çalınca, gelince sıran. Nasıl yaşadıysa habersiz, Nasıl öldüyse bunca insan... Ziya Osman SABA

Kriz Zamanında Naat

Kriz Zamanında Naat Krizya prizmasından seyrediyorum mor Gabriel’i Menekşeler bu prizmada kırılıyor Kızıl zihinde kırık her şey kırık Herkes hummalı ve zamanlar garip ama böyle olması gerekiyor diyor Siyah Kalem “çünkü ancak yıkılan evde haine vardır” Ego kırılacak Beden kırılacak Kalp kırılacak Her şey kış ışığı gibi kırılacaktır ki Yeni bir başlangıç olsun Postnişinler öğleden sonrası oturmalarında Üzerlerine yağacak 120 elmas yağmurunu bekliyorlar Ameliyat masası üzerinde Garp sürgünü, Şark sürgünü Türkiye’nin kızıl kalbi açık Çünkü kalp ince saydam Bir cisimdir bunu anlayamadılar Bak her şey kırılıyor sen mai bakışın için, Logos, son lötüs ağacının ötesinde iç çekerken melek Sat bir kalp kırılıyor Senin sözün için Gece kuğuyla yolculuk eden O’na O’nunla vakit geçiren O’na Bir kedi kırılıyor ağzında Senin yakut mührün arketipik ahmet “Mim’siz Ahmed’sin sen” Swahili dilinde kırılıyorum Arkalarını döner dönmez Satıyorlar beni Lahor’da kırık bir sitar gibi Hastayım, hırkanı at üzerime

Susuzluk'a

sen beni hazırlama sakın sen de bana gel ölmüş ölü olmuş hüseyne hasana gel. elleri koku dağıtırdı nasıl bir koku suya gel kana gel bir yeni hasana gel. o öldü çünkü bir gülü tutmuştu bilmeden sen istersen her gün gel her sene gel. gel beyazlıkları elle türlü kokuları biç günler karardığında davran hep sana gel. ne yap yap hazırla kendini anladın mı ne yap yap meselâ ısıtıp dökündüğün sularla bile bana gel. hatırlanmış bir gül ben de hatırlarım kolaydır ölmüş mü ölmemiş mi hüseyne hasana gel. hüseyin de öldü ölür hasan da öldü ölür ölen ve dirilen o bitmez insana gel. Turgut Uyar

Sonbahar Yitiminin Ezgisi

Bak ben bir çocuktan çıktım haylaz sarışın Yüzümü güneşe tuttum, aykırı bir çocuktum Buğday başakları arasından dünyaya gülümseyen Bir sonbahar yüzümü yağmurda eskittim Aynaları öptürdüm, aynaları dünyaya tuttum Kuşlar uçuştular içinden dört bir yana Ey sonbahar! Yaprak yaprak savruluşun büyüsü Sevgilerimi sıcak sakla, acılarımı dağıt git Bak ben bir çocuktum sarışın kiraz küpeli Suçum yok sendelediysem bir aşk yangınıyla Çünkü ölümdü ayrılıktı yalnızlıktı Kalbin akan sesiyle daha yeni tanıştım Bak ben başak kadar çocuktum ablası olmayan Şiir çektim ayrılıklarla gölgelenmiş aşklardan Uyanıp her gece uykudan denize açıldım. Ah denize gömseydim denize gömseydim Av şarkılarımı, ayrılıklarla biten aşklarımı Ay bütün gece dizlerimde kanadığı zaman Bak ben okuldan kaçtım üstüm başım kırağı Kıskandım kuşların ulaşamadığı başı dumanlı dağları Günlerdir kendime yakıştırdım, kuşlar yağdı şakaklarıma Sonra yürüdüm her duvara bir pencere açarak Yürüdüm dilimin ucunda yaprak döken bir türkü Ahmet A

Meryem

Yine de son şansımı kullanmak istemezdim saçlarının uğultulu hançeri karşısında.. Sokaklarının tuzunu kalbimin şaşkın ve sitemkâr ipine bulamazdım.. Belki de dilimi felç etmez, çehremden bu kadar ürpermez, sesimde tozlanan bütün şüphe belirtilerini ateşli ihtimal seanslarına yormazdım.. Şehirde senin adın şiddetlense, şâyla büyüse, kimsenin bilmediği puslu haberlere koyu bir gül süsü vermezdim.. Sen yine de bu soğuk, bu yaban, bu çiğnenmiş çaresizliği iki dudağının arasından sızdır ma! Ve günün birinde yanılıp da, mâzînin o me'yus yaralarına sakın kucak aç ma!. Hem nasıl olsa, yıllar sonra her mâsum hatırlayışın rûhunu sıyıran içli, buruk bir tadı kalacaktır aynalarda.. Hançerendeki tufan işaretini biraz ertelesen oy sa, takvimleri rendele sen, hayat bir süre hüsrana uğrasa... ve ellerine üşüşen meçhûl hakikatı benim yitirişlerim için perdelesen.. Sancılı bahçelerde dilek-şart kipiyle serinlemez, camların uçuk eczasıyla meczup suların yatağından uyanmaz, ve yalnız bana zaptedilmiş

Dağlarda Ateşler Yandıkça

Oda karanlık Odadan dışarı çık Şehir karanlık Şehirden dışarı çık Korkma Yürü bir hayli yürü Gördün mü Dağlar başladı artık. Korkun dağılır rüzgarda Bekle biraz Dağlarda ateşler yandıkça Karanlıktan korkulmaz. Dağlar karanlık Dağlara yukarı çık Korkma Yürü bir hayli yürü Az daha yukarı çık Birbirinden uzakta Gördün mü Ateşler parladı artık. Şimdi dağlar kaldı yine ardında Odan yendi karanlığı, ölümü Dağlarda ateşler yandıkça Karanlıktan korkulmazmış, gördün mü? BEHÇET NECATİGİL