Abdullah Kargılı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Abdullah Kargılı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Fususu'l-Hikem üzerine


Fususu’l-hikem, İbnü’l Arabi’nin, tarihin her döneminde aktüalitesini koruyan felsefi soru ve sorunlara dair verdiği cevaplara haiz bir eserdir. Bir şeyin kabuğunu soymak ve öz anlamlarına gelen “fass” kelimesi İbnü’l-arabi’nin eser içinde kullandığı anlamıyla yüzük taşı anlamlarına da gelmektedir. Hikmetlerin özü şeklinde bir isim seçmesi eserin içeriği hakkında bilgi vermektedir.  

İbnü’l-arabi’nin eserde kullandığı yüzük taşı metaforunu dikkate aldığımızda bahsedilen şey her ne ise verilen cevap ne kadar çevreden dolaşıyor gibi  görünse de kitap tüm varlık sorunlarının merkezinde bulunan ve tüm soruların cevabı niteliğindeki insan-ı kamil’i anlatmak istediğini söyleyebiliriz. Gözün gözbebeği olan, yüzüğün taşı olan ve şeyhin ifadesi ile alemin nazarı ile ayakta durduğu insanı kamil.

Fena ve Beka


Fena, yok olmak, silinmek, zeval bulmak anlamına gelir. Istılahta fena, başlangıcı ve sonu olan şey için kullanılır. Nitekim Allah mahlukat için: "Yeryüzünde ne varsa fanidir.” buyurmuştur. Tasavvufta fena, bütün hazlardan sıyrılıp hiçbir şeye karşı haz duymamak anlamına gelir. Öyleki böyle bir kimse kendisinden fani olur, Hakk'la meşgul bulunduğu için bütün eşya ile alakasını kesmiş olur.
Beka ise ilk haliyle devam edip gitme, sabit kalma, bir halde sürekli oluş gibi manalara gelir. Istılahi olarak, kulun kendinde olandan geçip Allah’a ait olan ile bir olması demektir. Diğer bir ifadeyle kulun, Hakk’ın emanetlerini kendinin sanırken Hakk’ın olduğunu tahkik etmesidir. Kul, fenadan sonra gelen beka ile nefsine ait şeylerden fani, Hakk'a ait olan şeylerle baki yani nefsinden fani, Hak ile baki olur. Bir diğer ifadeyle dünyadan kalbi rabıtayı koparan kimsenin kalbi, dünya tutkusundan fena bulmuş demektir. Dünya tutkusu ve kötü niyetler fena bulunca fütüvvet ve doğruluk baki kalır.

Ebu Nasr Serrâc et-Tûsî'nin el-Lümâ'sında Tasavvuf, Tevhid, Marifet ve Makamlar





Tasavvuf’un ilimler içerisindeki yeri


İlimler çeşitlidir. Din ilmi de üç türlüdür. Kuran ilmi, sünnet ilmi, iman hakikatleri ilmi. Bu üç ilim, Allah’ın ayetlerinden, Rasulu’nün sünnetlerinden ve veli kullarının kalplerine düşen hikmetlerden oluşur. Bunun da aslı iman hadisidir ki Cibril’in peygamberimize  islamı, imanı ve ihsanı sorduğu hadis-i şeriftir. İslam zahirdir, iman zahir ve batındır. İhsan ise zahirin de batının da hakikatidir. Onu da Hz. Peygamber şöyle tanımlamıştır: “İhsan Allah’ı görüyormuşcasına kulluk etmendir. Her ne kadar sen onu görmüyorsan da O seni görüyor. Hz. Peygamber’in bu tanımını Cibril tasdik etmiştir. İlim amele yakındır, amel de ihlasa. İhlas kulun ilmiyle ve ameliyle Allah’ın rızasını murad etmesidir. İlim ve amel konusunda bu üç grubun dereceleri farklı farklıdır. Bunların maksatları ve dereceleri de birbirinden farklıdır. Bu derecelerin İlim, amel, hal ve hakikat yönünden bir takım şekli esasları olduğu gibi, mana açısından da kendilerine göre bir takım terimleri, kavramları ve yorumları vardır.

Bazı tasavvufi kavramların izahı



Sufi


Onlara içleri ve dışları pak olduğu için, yün manasına gelen “sof”dan yapılan elbise giydikleri için, ashab-ı suffa’ya benzedikleri için, Allah’ın huzurunda ilk safta bulundukları için, Allah’a olan muamelesini saf hale getirdikleri için sufi denilmiştir. Bunların içinde sufi kelimesinin sof’dan yapılma elbise giyenlere nisbet edenlerin görüşleri daha kuvvetlidir. Zira ilk dönem zahidlerin yün elbise giydikleri bilinmektedir. 

Ebu Hureyre ve Fudayl b. Ubeyd suffa ehlinin hallerinden bahsederlerken onları açlıktan yerlerde sürünen, yün elbise giyinen ve terledikleri zaman yağmur altında kalan koyunlardan çıkan koku gibi bir koku çıkaran kimseler olarak tasvir etmişlerdir. Yün elbise peygamberlerin ve evliyaların giyim tarzıdır. Ebu Musa El-Eşari bu konuyla ilgili Hz. Peygamberin “Şu kayalıklardan yetmiş peygamber geçti. Üzerlerinde aba olduğu halde yalın ayak kabeyi tavaf etmişlerdi.” sözünü nakleder. 

Ortaasya ve Balkanlarda dini gruplar


Balkanlar ve Orta Asya Türk cumhuriyetlerindeki müslümanların etkilendiği radikal dini akımlar iki kategoride toplanabilir. Birinci olarak Hristiyanlık dinine ait misyonerlik faaliyetleri ile Budizm ağırlıklı senkretik Yeni Çağ dini akımlarının yaptığı faaliyetleri sayabiliriz. İkincisinde ise İslami, dini oluşumlar yer almaktadır.

Sovyetler birliği dağıldıktan sonra Orta Asya ve Balkanlarda çok sayıda soydaş ve dindaşlarımızın yaşadığı devletler kurulmuş, yıllarca ateizm ve kominizmin karanlık dünyasında kaldıktan sonra bağımsız olan bu ülkeler dini inanç bağlamında bir çok problemlerle karşılaşmışlardır. Uzun zaman müslüman kimliklerini gizleyerek yaşayan bu insanlar zamanla İslam ve alt kategori olarak Hanefi-Maturidi kimliğini unutmaya başlamışlar, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra misyonerlerin ve aşırı grupların hedefi olmuşlardır. Bu kopuş ve devlet oluş süreci içinde radikal dini akım mensupları bu ülkelerde ciddi davet çalışmalarına girişmişler ve kendilerine azımsanmayacak derecede taraftar toplamışlardır.

Metal çağı


Yaşadığımız çağ, demirin egemen olduğu bir çağdır. Metal hakimiyeti, her alanda hissediliyor. Köprüsünden gökdelenine kadar büyük mimari ilmik ilmik örülüyor.

Her şey önce ahşapla başlamıştı. Babil kulesi belki de ahşaptı. Sonra taş geldi. Yerini aldı. Sonrasında metal hakimiyeti gecikmedi. Uçaklar, arabalar, dayanıklı eşyalar metaldendi. Binalar metalle güçlü hale geldi. Köprüler metal iplerin üzerinden geçiyordu. Savaş sırasında ağır savaş makineleri, bombalar metalin hakimiyetini ilan ediyordu.

Bir Azizin ardından



Bastığı yeri bile incitmek istemeyen, çevresine ikram eden, insanların dertleriyle ilgilenen, hayvanları gözetip kollayan hal ehli, melek timsal bir insan düşünün. İsmail Ustaosmanoğlu Hocaefendi böyle birisiydi. Hayvanlara karşı özel merhameti vardı. Kendisinde kibir, gururdan eser yoktu. Büyük bir alim olduğu halde hiç çekinmez, lokantalardan tabaklarda bırakılan yemekleri, ekmekleri israf olmasın diye toplar, onları sokak hayvanlarına dağıtırdı.  

Tarih bize ne söyler


Geçen gün bir arkadaşımla konuşurken Osmanlı’nın Celali isyanlarındaki tavrı gündeme geldi.
İsyanın bastırılma şeklinin haklılığını savunan arkadaşım Cumhuriyetin ilk yıllarında meydana gelen Dersim isyanında devletin gösterdiği reaksiyonun da bu bağlamda haklı olduğunu söyledi.

Bunun üzerinde biraz düşündüm.


Esham Sistemi


Sosyal ve iktisadi problemlere çare yine toplumun, piyasanın içinden çıkıyor. İş içinde eğitim gibi problemin kendisinin çözümü dayatması ortaya oldukça güzel sonuçlar çıkarıyor.

Benim ilk defa duyduğum Esham Sistemi böyle bir şey. Masa başında oluşturulan teoriden sahaya uygulanan bir sistem değil, sahadan çıkıp çerçevesi oluşturulan bir sistem.

İlgimi çekti. Kısa bir araştırma yaptım.


Araştırmacılar için


Kişinin öncelikle hangi konuyu çalışacaksa o mevzuya iştiyakı, merakı olması gerekir. Merak ilmin başıdır.  Bununla birlikte bütün sosyal bilimler araştırmacılarının ister iktisat isterse edebiyat olsun teknik anlamda Osmanlıcayı eski harflerle okumayı ve yazmayı öğrenmesi gerekir. Sonra Osmanlı Türkçesini öğrenmek, o dilde yazılmış yazıları okumak gerekir. Çünkü bugünü anlamak için geçmişin izini sürmek gerekir. 

Osmanlı Türkçesi bugünkü Türkçeden çok daha zengindir. Bugün bizim kullandığımız Türkçe on bin kelimeden oluşuyor. Osmanlılar ise daha geçen yüzyılın sonlarında yüz bin kelime kullanıyorlardı. 


Güneş




Sanki Güneş'in başka yapacak bir işi yokmuş gibi bir salkım koruğu, bir salkım üzüm haline getirmek için aylarca uğraşır, der Galileo.

"Ol" deyince, emir büyük yerden olunca toplu iğnenin başındaki atomlar dahi harekete geçer. Güneş bir anne şefkatiyle karıncayı ısıtır. Baharda tohumları filizlendirir.


Şam ateşi


Günümüzde kanayan bir yara var. Hatta kangren haline dönüşen yara, Suriye.  Bir devlet, halkıyla kaim olması gereken bir organizasyon, kendi halkını hunharca katlediyor. Evlerini başlarına yıkıyor. Bebekleri anne karnında deşiyor. Kadınlara toplu ve sistematik tecavüz ediyor. Daha baharına ermemiş gençleri ortadan kaldırıyor.  

Moğollar, Haçlılar, Amerikalılar katletti, katlediyor. Kendi halkını mı. Hayır. Suriye'deki Baas iktidarı kendi halkını katlediyor. 

Gaflet



Bir arkadaşımızın cenazesindeydik. Namazda hep şunu düşündüm. Gaflet nasıl bir şey. Cenazeyi kaldıran hocadan yakınlarına kadar ölüme ne çabuk alışıyoruz.
Okuldayken hocamız şöyle derdi: İyi ki unutmak var. Yerinde söylenmiş, yerinde kullanılması gereken bir söz. Aksi halde insan ahiret mahrumu olabilir.
Bir teneffüs diye düşünebiliriz gafleti yani unutmayı.

Böcekler


Geçen sene istanbul'da bir Çin lokantasının açılışına davetliydik. Çorbayla başlayan serüven tatlı soslu tavuk, kızartılmış muz ve adını bilemediğim mantar diye yemeye koyulduğum menüyle devam etti. Yemeği bitirdikten sonra arkadaşım "O yediğin neydi biliyor musun?" diye sordu. "Hayır, ama mantara benziyor" dedim. "Ahtapot zarını afiyetle midene gönderdin" dedi. Ahtapot ismi duyunca yüzümü ter bastı, midem burkuldu. Masadan kalktım, kendimi dışarı zor attım. Halbuki ahtapot böceklerle kıyaslanmayacak derecede temizdir ve fazla mide bulandırıcı da değildir. Böcek yemediğime şükrettim.

Mezar üzeri bina

Dün Fatih'te dolaşırken bir kazı gözüme çarptı. İzin alıp içeri girdim. Daha önce otopark olarak kullanılan bu yerde şimdi hummalı bir faaliyet mevcut. Fetihten sonra yapılan ilk mescitlerden birinin temel yapısını ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. Mihrap yerinin sağ ön tarafında minarenin kaidesi ve mezarlar yer alıyor. Yıllarca bu kabirlerin üstünde otopark çalıştırmışlar. İfadelerine göre de kazandıklarından hiç bereket görememişler.

Çanakkale içinde...

Çanakkale sergisini geziyordum. Boncukla işlenmiş cüzdanın önüne gelince duraksadım. Anne tarafımdan Kadir dedem, baba tarafımdan Mevlüt dedem aklıma geldi. Birisi Yemen, diğeri Çanakkale cephesinde şehit düşmüş. Geriye yetim çocukları kalmış.

Suyun hayatı


Gecen gün rastladığım suyla ilgili bir yazı, suyun gerçekten hayatımızda önemli bir yeri olduğunu gözler önüne seriyor. Mesela suyla ilgili yapılan son araştırmalarda suyun hafızası olduğu tespit edilmiş. Mikroçipler gibi içinde çevresine duyarlı binlerce bilgi dizisi barındıran olan her bir su hafıza hücresinin içinde sürekli birbirlerinden ayrılıp, yeni moleküller oluşturan bir yapı var ve bunlar uzun süre yaşayabiliyorlar. 

Pennslyvania Üniversitesi’nden Prof. Dr. Rustum Roy, moleküler yapının suyun alfabesi olduğunu ve bu yapıdan da suyun cümlelerinin yazıldığını, ama hepsinden önemlisi, kişinin sudaki bu cümleleri değiştirebileceğini iddia ediyor. Yazıda bu son cümleye şöyle sıradışı bir örnek veriliyor: 1881'in kışında batan yelkenli gemi Lara’dan kurtulanların su ikmali kısa sürede tükendi. Denizde üç hafta sürüklendikten sonra kıyıya ulaştıklarında, geminin kaptanı onları neyin kurtardığını şöyle anlattı: “Temiz su düşlüyorduk. Cankurtaran sandalını çevreleyen suyun okyanus mavisinden temiz su yeşiline döndüğünü hayal etmeye başladık. Gücümü topladım ve biraz su aldım, onu tattığımda su temizdi.”

Kutlu Medine'den kutlu kareler



Medine-i Münevvere o kutlu belde. Kalplerde o kadar yer edinir ki memleketlerine dönen herkes aydınlık şehri, nurlu beldeyi hasretle yad eder. Medine'de Büyük Rasulun geçtiği yerleri, girdiği mağaraları, savaştığı mekanları dolaşırken sanki karşısına o çıkıverecekmiş gibi hisseder insan. İşte o yerlerden bir kaç esiniti.

Menderes ve kaybolan camiler



Saygı duyduğum, sözüne güvenilir asırlık yaştaki hocamla konuşurken söz kaybolan eserlere geldi. Menderes zamanında 51 tane caminin yol açma ve değişik imar faaliyetleri sebebiyle yıkıldığını anlattı. Tophane, Karaköy, Fatih, Eminönü, Beşiktaş'daki bu tarih katliamı o zaman tepki gördü mu görmedi mi bilemiyorum. Fakat şunu biliyorum ki Osmanlının son zamanında batılılaşma serüveniyle birlikte kendi eserlerimizi hor görme trajedisi Cumhuriyet devriyle birlikte hız kazanmış.

Derviş, çay ve sabır




Bugün Japon dostluk derneğinin düzenlediği çay seremonisine katıldım. Çay seremonisi Çinli Budistlerden gelmiş 500 yıllık bir gelenek. Yaklaşık yarım saat süren bir hazırlama ritüelinden sonra bizim çorba kasesine benzer bir kaseyle servis yapıyorlar. Tabii bunun da bir usulü var. Kaseyi sunan kişi misafirin gözünün içine bakarak kaseyi veriyor. Ardından yüzü misafire dönük şekilde geri çekiliyor.

Öne Çıkan Yayın

Bir Azizin ardından

Bastığı yeri bile incitmek istemeyen, çevresine ikram eden, insanların dertleriyle ilgilenen, hayvanları gözetip kollayan hal ehli,...