tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İstanbul'u anlamak


Prof. Dr. Ahmed Güner Sayar’la İstanbul Üzerine Bir Söyleşi


İstanbul’un fethinin önemi ve Müslüman-Türk kültüründeki yeri nedir?
Ahmed Güner Sayar : Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u 29 Mayıs 1453’de fethediyor. Fetih sonrasında, bugünkü suriçi İstanbul’unu kabil olduğu kadar kısa bir zamanda bir Müslüman-Türk şehri haline getirmek istiyor. İşe önce mezarlıklardan başlıyor. Zira mezarlıklar, bir ülkenin tapu senedidir. İstanbul, Salı günü fethediliyor ama sokak aralarındaki çarpışma, Cuma gününe değin devam ediyor. Bu çarpışmalarda askerlerimiz şehit oluyor. Durumdan Fatih Sultan Mehmed haberdar ediliyor. ‘Askerlerimiz şehit oluyor, ne yapalım?’ diye Sultan’a sorduklarında, Sultan, şehit oldukları mahalle defnedin diye emir veriyor. Bunun anlamı şu; şehri kısa bir zaman zarfında Türkleştirmek ve Müslümanlaştırmak istiyor.

Tarih bize ne söyler


Geçen gün bir arkadaşımla konuşurken Osmanlı’nın Celali isyanlarındaki tavrı gündeme geldi.
İsyanın bastırılma şeklinin haklılığını savunan arkadaşım Cumhuriyetin ilk yıllarında meydana gelen Dersim isyanında devletin gösterdiği reaksiyonun da bu bağlamda haklı olduğunu söyledi.

Bunun üzerinde biraz düşündüm.


Baltalimanı köşkü

 Baltalimanı Köşkünde oda kapılarının üstünde yer alan sözler: 


Köle kanaat ettiği sürece hürdür.




Hür aç gözlü olduğu sürece köledir




Kanaat et, sakın aç gözlü olma




Çünkü aç gözlülük kadar onur kırıcı bir şey yoktur.




(twitter hesabımdan)



Mezar üzeri bina

Dün Fatih'te dolaşırken bir kazı gözüme çarptı. İzin alıp içeri girdim. Daha önce otopark olarak kullanılan bu yerde şimdi hummalı bir faaliyet mevcut. Fetihten sonra yapılan ilk mescitlerden birinin temel yapısını ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. Mihrap yerinin sağ ön tarafında minarenin kaidesi ve mezarlar yer alıyor. Yıllarca bu kabirlerin üstünde otopark çalıştırmışlar. İfadelerine göre de kazandıklarından hiç bereket görememişler.

Çanakkale içinde...

Çanakkale sergisini geziyordum. Boncukla işlenmiş cüzdanın önüne gelince duraksadım. Anne tarafımdan Kadir dedem, baba tarafımdan Mevlüt dedem aklıma geldi. Birisi Yemen, diğeri Çanakkale cephesinde şehit düşmüş. Geriye yetim çocukları kalmış.

Menderes ve kaybolan camiler



Saygı duyduğum, sözüne güvenilir asırlık yaştaki hocamla konuşurken söz kaybolan eserlere geldi. Menderes zamanında 51 tane caminin yol açma ve değişik imar faaliyetleri sebebiyle yıkıldığını anlattı. Tophane, Karaköy, Fatih, Eminönü, Beşiktaş'daki bu tarih katliamı o zaman tepki gördü mu görmedi mi bilemiyorum. Fakat şunu biliyorum ki Osmanlının son zamanında batılılaşma serüveniyle birlikte kendi eserlerimizi hor görme trajedisi Cumhuriyet devriyle birlikte hız kazanmış.

Bilinmeyen Süleymaniye


Süleymaniye Camii hayatımda önemli yeri olan bir mekan. Okuduğum fakülte, caminin hemen yanında olduğundan arkadaşlarla ders aralarında gelir, bahçesinden boğazı seyreder, ağaçların serin gölgesinde oturur, huzur içinde ibadetimizi yapardık. Bu arada gözümüze takılan, caminin ihtişamına gölge düşüren yerler görürdük. Mesela sağ öndeki minarenin külahı yana doğru eğilmişti, duvarlar kirden kararmıştı, caminin mimarisine uygun olmayan eklentiler yapılmıştı, türbenin önündeki toprak alan ve deniz tarafındaki avlusu bakımsızdı, tarihi kapılarına hırsız girmesin diye çelik levhalar çakılmıştı. Şu anda restorasyonda olan caminin işte bu gibi sorunlarının giderileceğini aslına uygun şekilde tamir göreceğini öğrenmiş oldum. Camiyi dolaşırken gözüme çarpan birkaç husus oldu.


Halılar kaldırıldığı için zemin çıplak kalmış. Her taraf ahşap döşeme. 12 sene evvel mermerin üzerine yapılan bu döşeme akustiği bozmuş. Çünkü ahşap sesi emiyor, karşı tarafa iletmiyor.


Taç kapıdan girdikten sonra 10 metre ileride ufak bir kapak bulunuyor. Bu kapağı kaldırdığımızda caminin temelini havalandıran, yazın serin kışın sıcak tutan bir sistemle karşılaşıyoruz. İnsan boyunu aşan geçitlerin yer aldığı bu sistemi inceleyen bilim adamları 7 büyük deprem geçirmiş camide bir taşın bile yerinden oynamadığını hayretle görmüşler.



Kanuni Süleyman ve II. Selim zamanında toplam 28 yıl şeyhülislam olarak görev yapan Ebussuud Efendi’nin fetva makamı olarak kullandığı köşkü de kıblenin solundaki avlunun en ucunda yer alıyor.


Kanuni Sultan Süleyman’ın türbesinin çevresini dolaşırken türbedar evinin hemen arkasında, üzerinde ufak bir çocuk kabrinin yer aldığı, mezarın taşlarındaki süslemeden kadına ait olduğu anlaşılan bir kabir gözüme çarpıyor. Kitabesinde bu kişinin Ali Rıza Paşa’nın gelini olduğu yazıyor.

Halil İnalcık


Prof. Dr. Halil İnalcık hocayı bir mekanda misafirimiz olarak ağırlama fırsatım oldu. 90’ı aşmış yaşından beklenmeyen zihni intikal hızına sahip olduğunu fark ettim. Tarihten, edebiyattan söz açıldı. Fatih Sultan Mehmet dönemine ait bir tahrir defteri bulduğunu söyledi. Bu tahrirde fetihden önce Bizans’ın sanılanın aksine ufak bir kasaba hüviyetinde olduğunu anlatan veriler bulunduğunu, Fatih’in sonradan Rumeli ve Anadoludan aileleri getirterek şehri büyüttüğünü anlattı. Zaten Fatih’in amacı İstanbul’u şehir kültürü oluşmuş bir metropol ve medeniyet merkezi haline getirmekti.
İlk başta Fatih Sultan Mehmet insanları bulundukları yerleri değiştirip buraya getirmek için biraz zorlansa da ( İnsanlara evini, barkını bırakıp bilmediği diyarları mesken tutmak zor geldiği için Fatih’in ilk davetine uyarak Anadolu’dan İstanbul’a yerleşen aile olmamış. Daha sonra Fatih, zorla Rumeli’den Yahudileri Balat’a ve Anadolu’dan Müslüman aileleri sonradan Top Yıkığı mahallesi olarak anılan yere getirtmiş. Yaklaşık 5000 aile. Getirilen yerlere nisbetle semt isimleri oluşmuş: Çarşamba, Aksaray gibi.) sonraları bu şehir insanların gelmek için can attıkları yer olmuş. Hoca işte bu tahrir defterinde geçen mekanları teyid için Fatih’e gelmiş. Balat’tan başlayarak Topkapı’ya kadar sur diplerinde ki semtleri ve adı geçen mekanları dolaşmak niyetindeydi. Hocanın konuyla ilgili kitabı yakında İş Bankası yayınlarından çıkacak


Halil İnalcık kimdir?

7 Eylül 1916'da İngilizlerin Haydarpaşa Garı'nı bombaladığı gün İstanbul Kızıltoprak'da doğdu. Dedesi Kırım'daki Bahçesaray Han Camii müezini Halil Edendi, babası ise 1905 yılında, 25 yaşındayken Kırım'ı terkederek İstanbul Kızıltıoprak'da bir bakkaliyede çalışmaya başlayan Seyit Osman Nuri Efendi'dir.

Saraçhane yokuşundaki Numune-i İrfan Mektebine ardından Ankara Gazi İlkokulu'nda okur. Dördünce sınıfı okurken harf devrimi olur. Ailevi nedenlerle sürekli okul değiştirmek zorunda kalır Sivas Öğretmen Okulu'nda başladığı lise eğitimini Balıkesir Muallim Mektebi'nde tamamlar. 1935 yılında Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Yeni Çağ Tarihi bölümünde yükseköğrenimine başladı. 1942 yılında "Tanzimat ve Bulgar Meselesi" adlı doktora tezini verdi. Uzun yıllar aynı Fakültede Osmanlı ve Avrupa tarihi üzerine dersler verdikten sonra 1972 yılında Chicago Üniversitesi Tarih Bölümü'ne "Osmanlı Tarihi Üniversite Profesörü" olarak davet edildi.

1973 yılında meşhur kitabı "The Ottoman Empire The Classical Age 1300-1600" yayımlandı. Yurtiçi ve dışında çeşitli üniversitelerden fahri doktora payeleri aldı. 1993 yılında Bilkent Üniversitesi'ne davet edildi ve burada Tarih bölümünü kurdu. Yazdığı makale ve kitaplarla Osmanlı İmparatorluğu tarihi üzerinde tartışılmaz bir otorite haline gelen Prof. Dr. Halil İnalcık halen Bilkent Üniversitesi Osmanlı Tarihi Bölümü'nde yüksek lisans ve doktora ögrencilerine seminer dersi vermektedir.



-kit'a-

dehr-i fânîden nice cân nice cânânlar geçer
bezm-i işretten aceb mestâne yârânlar geçer
bir nefesdir cânımız yâr leblerinde ber-karâr
hey, bu fânûs-i safâ bir gün söner cânlar geçer

bilkent, 1999

Öne Çıkan Yayın

Bir Azizin ardından

Bastığı yeri bile incitmek istemeyen, çevresine ikram eden, insanların dertleriyle ilgilenen, hayvanları gözetip kollayan hal ehli,...