Kalp temizliği


Bir insan ne kadar iyi niyetli olursa olsun, onda nefis olduğundan kalbine ve aklına bazı kötü şeylerin gelmemesi mümkün değildir. Benim kalbim temiz, ibadete ne gerek var diyenlerin şunu unutmaması gerekir. İneğin kalbi de temiz. Kötülük diye bir şey bilmezler. Eğer cennete girmenin yolu kalp temizliği olsaydı cennete evvela inekler girerdi.

İnekte nefis olmadığından kalbi insandan daha temizdir. Onun kalbine asla kötü şey gelmez. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz. Üstelik günde kilolarca süt verir. 

Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hasan'a vasiyeti


Nur-u aynım Hasan'ım! Sen benim hayru'l-halefimsin. Şu vasiyetimi can kulağıyla dinle ve ona göre amel eyle ki, bu sana pederinin hayırlı bir nasihatidir.

Oğlum iyi düşün! Dünya lezzetleri seni aldatmasın. Onun nimetleri fanidir, vizr ü vebali ise bâkîdir. Gayet ihtiyatlı bulun ki, nefs-i emmare seni aldatmasın. Dünyada her şey emanettir. Emanet olan şey geri alınır. Her şey fanidir. Biter tükenir. Ademoğlunda ise yalnız kazanmış olduğu ibadetler, marifetler, faziletler kalır.


Devlet işleri



Victor Hugo'ya İskender'in neden muzaffer olduğunu, Napolyon'nun neden mıuvaffak olamadığını sormuşlar. Victor Hugo şöyle cevap vermiş:


Tımar

Farsca yara bakımı, ağaç bakımı, hayvanı temizleme anlamına gelen tımar beslediği sipahilerle harbe giden beylere -öşrünü almak üzere- ayrılan arazîye denir.

Osmanlı’da geçimlerini veya hizmetlerine ait masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, muayyen bölgelerden kendi nam ve hesaplarına tahsîli selâhiyeti ile birlikte tahsis edilmiş olan vergi kaynaklarına ve bu arada bilhassa defter yazılarındaki senelik geliri 20.000 akçeye kadar olan askerî dirliklere verilen isimdir.

Osmanlı devletinde, üretimde sürekliliği sağlamak için uygulanan sistem. Halkın savaş zamanı asker, barış zamanı çiftçi olması bu sistemden ötürüdür.

Osmanli devletinde bir yerin vergi gelirlerinin tümünün ya da bir kısmının hizmet karşılığı devri. Sasaniler, bizans, araplar ve selcuklulardaki sisteme benzer. İki temel toplumsal grup vardir: yöneten (kontrol eden) ve yönetilen (ureten, itaat eden, reaya). Mali, idari ve askeri amaçlari olan bir sistemdir. Yıllık vergi geliri 3000 ile 20000 akçe arasımda degişir.

Osmanlılarda toprağın gerçek sahibi devlettir. Devlet, birtakım hizmetler karşılığında has, zeamet ve tımar adları altında topraklan uygun gördüğü kimselere dağıtır. Karşılık olarak çiftçiye ve toprak sahibine vergi tahsil etme, bol ürün sağlama, sefere hazırlıklı bulunmak gibi çeşitli sorumluluklar yüklerdi.
Osmanlı Devleti'nde tımar yalnızca Rumeli, Anadolu eyaletlerinde ve Suriye'de uygulanmıştır. Osmanlılarda tımar sisteminin temeli, daha önce kurulmuş olan İslam devletinin ikta vb. müesseselerine dayanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu'nda Osman Gazi döneminden başlayarak geniş bir biçimde yayılmış ve tutunmuştur.

Tımar, Devlete düzenli gelir sağlayan kurumlar içerisinde, özel bir yer tutar. Bu müesseseye asker beslemek ve savaşta birçok ağır görevi yerine getirmek yükümlülüğü de verilmiştir.

Osmanlılar, bazı feodal beyleri askeri sistemi içerisine aldı. Bunlar bir müddet tımar sahibi oldular. Bu durum zamanla İslamlaşmanın da başlangıcını teşkil etti. Çünkü bu Hıristiyan tımar sahipleri zaman içinde devletin şartlarında, ister istemez kendiliğinden Müslümanlaştılar.

Tımar sistemi, klasik dönem osmanlı ekonomisinin can damarıdır. osmanlı'nın mali gelirlerinin temeli tımara dayanır. Sadece mali gelirler değil tabii, taşra yapılanması, idare sistemi, ordu da tımara dayanır. Osmanlı tarihi hakkında zerre mürekkep yalamadan, ahkam kesmeye bayılan bazı zevatın, iddia ettiği gibi osmanlı öyle harp ganimeti ile ayakta duran bir devlet değildi.

Muhtelif yıllarla ilgili yapılmış bütçe kayıtlarını okuyan bir kimse ganimet gelirlerinin en parlak zaferlerden sonra bile %5'i aşmadığını bilir. Zaten harp gelirinin %80'i pençikten ötürü bütçeye değil, askerin cebine gider. Rn küçük tımar birimi kılıç olup, osmanlı arşiv belgeleri, kanunnameler, kime ne kadar kılıç tımarı verildiğini anlatan kayıtlarla doludur.

Devlette önemli bir fonksiyonu bulunan timar sistemi, Osmanlı toprak rejiminin temelini teşkil eder. Zira bu toplumda ekonomik, sosyal, askerî ve idarî teşkilâtların tamamı büyük ölçüde toprak ekonomisine dayanıyordu. Toplum hayatında en küçük vazife sahibinden devlet başkanına (hükümdar) kadar hemen hemen bütün sosyal gruplar, geçimini toprak ürünleri ile temin ediyorlardı. Bu sistem sayesinde devletin güçlendiği tarihçiler tarafından açıkça ortaya konmaktadır.
Bu toprakların önemli bir özelliği ise, bu toprakların statülerinin de devlet toprağı olmasıydı. Osmanlı merkezi idaresi istediği an bu topraklara el koyabilme yetkisine sahipti, ayrıca toprakların miras olarak babadan oğula geçmesi de yasaktı. Böylece osmanlı feodalleşmenin önüne geçmeyi başarabilmişti.

Tımarlar, 15. ve 16. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nun tarımsal üretim düzeniyle süvariye dayalı sipahi askerî gücünü ve merkezî otoritenin taşradaki egemenliğini sentezlemeyi başarmış bir askerî-idarî-iktisadî birimdi. Tımarda üreticilik yapan reâyâ ve yöneticilik yapan sipahi, savaş zamanında kısa sürede bir atlı askere ve alt rütbeli bir subaya dönüşmekteydiler. Söz konusu birim, atlı süvarilerin Osmanlı ordusu açısından önemi devam ettiği nispette canlılığını sürdürmüştür. Tımar, ateşli silahların ve para ekonomisinin çok sınırlı olduğu çağlarda etkin bir idarî üniteydi. Tımar birlikleri ateşli silah kullanmazlar; ok, yay ve mızrakla savaşırlardı. Devlet tarım arazilerinden vergi toplamak zorunda kalmamış, vergi doğrudan asker yetiştirilmesi için kullanılmıştır. Devlet, üretimi kontrol altına almış ve üretimde devamlılığı sağlamıştır.

Peki, tımar bu kadar parlaktı da niye bozuldu? İki nedenden ötürü. Asli neden batıda ateşli silahların artması ile, hafif-orta süvari sayılabilecek tımarlı sipahilerin etkinliği azaldı. Devlet nakit para ile çalışacak tüfekli askerlere ihtiyaç duymaya başladı ki biz bunlara saruca sekban diyoruz. Saniyen tımar sisteminin doğru işlemesi için muayyen zamanlarda, tahrir denilen sayım ve yazım işlemlerinin yapılması gerekiyordu ki, 17. yüzyılın o buhranlı sürecinde osmanlı bürokrasisi bu işe gereken önemi vermedi.

Timar sisteminin önemsizleşmesiyle beraber merkezi bürokrasi de kendini ayarlamak durumunda kaldı. Bu durumda hazineye nakit para girmesi gerekiyordu, timar sisteminde nakit para girmiyordu. Hazineye nakit bulmak amaçlı bu defa sistemde değişimler, vergilerin mukataaya verilmesi, timar topraklarının mukataa sistemiyle işletilmesi gibi durumlar ortaya çıktı. Bu tür uygulamalarla beraber Osmanlı bürokrasisinde ciddi anlamda değişimler meydana geldi. Bu değişimlerde birtakım sancılar çekildi ve isyanlara yol açtı her zaman olduğu gibi. Ama zaman içerisinde de bir düzene oturdu.



Tımar sisteminin askeri yönden etkisi ise, gene vahim olmuştur. Devlet yukarıda da bahsettiğim gibi tımarlı sipahiler ve yeniçerileri birbirlerine karşı dengeli olarak kullanmaktaydı. Ancak tımarlı sipahilerin yok olması ile birlikte, ordu tamamen yeniçerilerden oluşmaya başladı. Devlet ise, ordu üzerindeki hakimiyetini yavaş yavaş kaybeder oldu. Öyle ki, yeniçeriler padişah indirip, padişah çıkarır oldular. Bunun yanında, yeniçeriler ekonomik olarak da bir kambur oluşturdular. 

Tımarlı sipahiler, topraktan yetiştikleri için devlete herhangi bir masrafları yoktu, ancak yeniçeriler para karşılığında askerlik vazifelerini yapan profesyonel birliklerdi. Buna mukabil olarak, yeniçeri sayısının artışı ile birlikte, devletin yeniçerilere ödediği maaşlarda da bir artış sözkonusu olmuştur.

Ama bir gerçek daha var. Devlete II. Selim ve hele hele III. Murad zamanında musallat olan rüşvet ve kadınlar saltanatı belasının etkisi ile bu sistem de, devlet de perişan edilmiştir. Saraydaki kadınlar hizbi, dirlikleri, zeamet ve tımar kavramlarını para ve rüşvet ile satar olmuşlar ve elbette rüşveti veren kişi ödediği rüşveti çıkarmak için halka baskı yapmaya ve onu soymaya kalkmıştır. Ne hukuk kalmıştır, ne adalet. Devletin çöküş sebeplerinden birisi de budur.

İster 1595'te sisteme giren iltizama, ister Tanzimat ve 1858 Arazi Kanunnamesi'ne kadar genelde İslam dünyasında ve Osmanlı'da görülen toprak düzeni ve toprak üzerinde süren beşeri ilişkiler, serf-senyör ilişkisinden farklıdır. Toprağın kontrol hakkı (rakabe) devlete ait olan miri düzende kullanma hakkı mertebeli olarak has, zeamat ve tımar sahiplerinindir ki, bunlar, toprağın ve toprak üzerinde yaşayanların maliki değildirler, bir tür devlet memurudurlar. Suistimalde bulundukları veya başarısız oldukları durumlarda devlet onları değiştirir. Serf toprakta köledir, efendisinin malıdır, hatta efendisinin evlendiği eşi üzerinde 'ilk gece' hakkı vardır. 

Osmanlı'da köylü ile sipahi ihtilafa düşünce davaya kadı bakar. Tanzimat'tan ve Cumhuriyet'ten sonra belli belirsiz ortaya çıkan "toprak ağalığı" da feodaliteye benzemez. Ağalığı büyük ölçüde çıkaran faktörler, yeni rejime karşı isyanları bastıracak olan güçlü aşiretlere devletin geniş topraklar dağıtması ve tehcir edilen gayrimüslimlerin mal ve mülklerinin yine güçlü aşiretlere intikal ettirilmesidir.

Avrupa'da ateşli silahların 16. yüzyıl boyunca yaygınlaşması Avusturya cephesinde atlı süvarilerin ve sipahilerin savaş gücünü azaltmıştı. Bu durum ateşli silahlarla eskiden beri donanmış olanYeniçerilerin önemini arttırdı. Yeniçeriler maaşlarını doğrudan doğruya hazineden nakit para (ulûfe) biçiminde almaktaydılar. Yeniçeri birliklerinin sayısının büyümesi Osmanlı maliyesinde nakit para ihtiyacını artırdı. Nakit gereksinimini hızlı bir biçimde karşılamanın başlıca yolu vergilerin iltizam yöntemiyle toplanmasıydı. 

Sözü geçen yöntemin 16. yüzyıl sonlarında başat hale gelmesiyle tımarların gerek askerî, gerekse ekonomik anlamda belirleyici bir önemleri kalmamıştır. Tımarlar bundan sonra varlıklarını bir kalıntı kurum olarak 19. yüzyılın başlarına değin sürdürecektir. Tımar sistemi Tanzimat Fermanıyla 1839 yılında kaldırılmıştır.

Derleyen: Abdullah Kargılı


Edep, kulluk ve dönüşüm


Takım elbise giyen, kravatlı, temiz tıraşlı, yüzüksüz erkekler. Kim bu sıradan adamlar? Bu adamlar, sekülerleşen İslamî mahallelerin maskülen yüzleri.

Kutuplaşan kamusal alan tartışmalarının her bir katmanından ari kalma adına, görüntülerini en ince detayına kadar modernleştirmiş, sekülerleştirmiş, dindar olduklarını öğrenip şaşırdığınızda bu şaşkınlığınızı övgü kabul eden, yüzlerinde belli belirsiz gurur beliren erkekler. Onlar, biz (bir yandan sekülerler, bir yandan dindarlar, toplum olarak bizler) başörtülü kadınların görünürlüğü ile fazlaca meşgulken, sorgulanmamanın, kontrol edilmemenin, tenkit edilmemenin konforu ile İslamî camiaların yeni ve görünmeyen “yüzü” olmuş erkekler. Kimdir bu, muhtelif mekânlarda karşılaştığımız, dindarlıkları yahut İslamîlikleri ile “görünmez” olan yeni mütedeyyin erkekler? Ve bugüne dek tekrar tekrar İslamî ve seküler görünürlükten, kamusal mekândan ve bunlara bağlı onca politik meselelerden bahsederken nelerden bahsetmedik, neleri göz ardı ettik?


Tarih bize ne söyler


Geçen gün bir arkadaşımla konuşurken Osmanlı’nın Celali isyanlarındaki tavrı gündeme geldi.
İsyanın bastırılma şeklinin haklılığını savunan arkadaşım Cumhuriyetin ilk yıllarında meydana gelen Dersim isyanında devletin gösterdiği reaksiyonun da bu bağlamda haklı olduğunu söyledi.

Bunun üzerinde biraz düşündüm.


Güneş doğarken


Güneş, yüzyılda bir doğsaydı, hiç kimse bu manzarayı kaçırmayacak, Allah'ın mucizesi göklere hayat verirken, tüm yataklar boş kalacaktı.


Esham Sistemi


Sosyal ve iktisadi problemlere çare yine toplumun, piyasanın içinden çıkıyor. İş içinde eğitim gibi problemin kendisinin çözümü dayatması ortaya oldukça güzel sonuçlar çıkarıyor.

Benim ilk defa duyduğum Esham Sistemi böyle bir şey. Masa başında oluşturulan teoriden sahaya uygulanan bir sistem değil, sahadan çıkıp çerçevesi oluşturulan bir sistem.

İlgimi çekti. Kısa bir araştırma yaptım.


Araştırmacılar için


Kişinin öncelikle hangi konuyu çalışacaksa o mevzuya iştiyakı, merakı olması gerekir. Merak ilmin başıdır.  Bununla birlikte bütün sosyal bilimler araştırmacılarının ister iktisat isterse edebiyat olsun teknik anlamda Osmanlıcayı eski harflerle okumayı ve yazmayı öğrenmesi gerekir. Sonra Osmanlı Türkçesini öğrenmek, o dilde yazılmış yazıları okumak gerekir. Çünkü bugünü anlamak için geçmişin izini sürmek gerekir. 

Osmanlı Türkçesi bugünkü Türkçeden çok daha zengindir. Bugün bizim kullandığımız Türkçe on bin kelimeden oluşuyor. Osmanlılar ise daha geçen yüzyılın sonlarında yüz bin kelime kullanıyorlardı. 


Güneş




Sanki Güneş'in başka yapacak bir işi yokmuş gibi bir salkım koruğu, bir salkım üzüm haline getirmek için aylarca uğraşır, der Galileo.

"Ol" deyince, emir büyük yerden olunca toplu iğnenin başındaki atomlar dahi harekete geçer. Güneş bir anne şefkatiyle karıncayı ısıtır. Baharda tohumları filizlendirir.


Dünyayı düşlemek

image

Arjantinli edebiyatçı Jorge Luis Borges, içinde yaşadığımız bu Dünyanın ve bu Dünya üzerindeki yaratılmışların tümünün, sadece bir hayalden ibaret olduğunu belirterek sözünü şöyle bağlar: “Bizler dünyayı düşlemekteyiz”

Dünyayı düşlemek. Yani Dünyanın bir hayal, bir vehim olduğunun bilincine vararak, kalın ve kesif bir uzay-zaman perdesi üzerinde oynaşıp duran gölgeli ve titrek şekillerin, bazen ağlayan bazen ağlatan, bazen de gülen ve güldüren traji-komik sahnelerin yanılsamalarıdır. Dünyayı düşlemek.

Güçlüler

image

Güçlünün de güçsüzün de bir dili vardır. İnsan güçlendikçe kelimeleri kısalır, izah yeteneği azalır, kibarlık eklerinden, rica kiplerinden kurtulur. Durum öyle bir yere kadar gelir ki padişah bir alkışla konuşmaya başlar.

Kesret

Derya gibi emvace takıl, eyleme nefret
Kesrette müşahid olasın ta o Cemali

Seyyid Ahmed Hüsameddin Hz.

Mutlak

Mutlaktan gayrı ne varsa o senin hayalinin eseridir.
Tıpkı hızla döndükçe daire gibi görünen tek bir nokta gibi

Mahmud Şebüsteri

Varlık

Varlıklar dalgalar halinde kabarıp duran bir denizdir
Avamın bildiği ise dalgalardan başkası değil
Denizin derinliklerine bak, nasıl sonsuz sayıda dalga belirir
Denizin yüzeyinde, deniz hep dalgalar içinde gizlidir.

Molla Cami


Herkes gider millet kalır


Lozan Antlaşması, aziz milletimizi bir kafesin içine, yani Anadolu'ya hapsetmiştir. Kafes kuşlarına biraz merakı olanlar bilirler. Kuşu kafesten çıkarıp bıraktığınız vakit, tekrar kafesine girmeye çalışır. Çünkü ona göre, en güvenli yer orasıdır. Yahut öyle alışmıştır, inanmıştır. Uçmaya, biraz ilerilere gitmeye korkar. Bizler de, ülke olarak, uzun süre böyle kaldık.

Doksan yıllık cumhuriyet tarihimize bir bakalım. Kıbrıs hadisesi hariç, elimizde ne var? 'Bize ne Suriye'den, Filistin'den, Mısır'dan' diyen çok lider çıkmıştır da, 'bana ne Amerika'dan' diyen kaç lider çıkmıştır?

Başbakan Erdoğan, kaç zamandır, üstelik ısrarla, 'en az üç çocuk' diyor. Dr. Halim Hilmi Yüksel, 1966 yılında, doğum kontrolünün halkımıza tavsiye edilmeye başlanmasına, şu cümlelerle karşılık vermiş: 'Türk neslini anne karnında söndürmek istiyorlar. Türk nesli 36 milyonla ayakta duramaz. Hedefimiz 100 milyon olmalıdır.' (Allah Vardır, Yağmur Yayınları, 1971, sayfa 202.) Şimdi bunda bile milliyetçilik arayanlar olacaktır, olsun.

Toparlayalım. Anadolu'da yaşamanın şartları vardır. Bunu herkes bilmeyebilir, anlamayabilir. Bu topraklarda ilk devleti Hititler kurmuştur. Malum kişilerin aklıyla soracak olursak; onların Suriye'de, Mısır'da ne işi vardı? Biz de diyelim ki, aramızda yaklaşık dokuz bin kilometre mesafe olan Japonya, Lozan görüşmelerinde ne arıyordu? Niçin taraflardan biri olmuştu? On bin küsur kilometre öteden gelen Amerika Birleşik Devletleri'ni 'söylemiyorum' bile. Buna karşılık, Suriye ile Türkiye, Irak ile Türkiye, bitişik nizamdır, yan yana iki dairedir.

İbrahim Tenekeci

Şam ateşi


Günümüzde kanayan bir yara var. Hatta kangren haline dönüşen yara, Suriye.  Bir devlet, halkıyla kaim olması gereken bir organizasyon, kendi halkını hunharca katlediyor. Evlerini başlarına yıkıyor. Bebekleri anne karnında deşiyor. Kadınlara toplu ve sistematik tecavüz ediyor. Daha baharına ermemiş gençleri ortadan kaldırıyor.  

Moğollar, Haçlılar, Amerikalılar katletti, katlediyor. Kendi halkını mı. Hayır. Suriye'deki Baas iktidarı kendi halkını katlediyor. 

Baltalimanı köşkü

 Baltalimanı Köşkünde oda kapılarının üstünde yer alan sözler: 


Köle kanaat ettiği sürece hürdür.




Hür aç gözlü olduğu sürece köledir




Kanaat et, sakın aç gözlü olma




Çünkü aç gözlülük kadar onur kırıcı bir şey yoktur.




(twitter hesabımdan)



Balıkçı amca

Balıkçı amca ve ısrarlı takipçisi...



(twitter hesabımdan)

İstanbul panoraması


Gecenin buğusu hala üzerinde şehrin. Yavuz Sultan Selim Camii terasından İstanbul panoraması. Maslak Gökdelenler.


Galata kulesi, Pera Beyoğlu...



Sağ tarafta en uçta parlayan ışığıyla Ayasofya...


(twitter hesabımdan)

Öne Çıkan Yayın

Bir Azizin ardından

Bastığı yeri bile incitmek istemeyen, çevresine ikram eden, insanların dertleriyle ilgilenen, hayvanları gözetip kollayan hal ehli,...