Küller ve Kar
Bu anda bana gelirsen,
dakikaların saat olur,
saatlerin gün,
ve günlerin bir ömür olur.
Fillerin Prensesine...
Tam bir yıl önce kayboldum.
O gün bir mektup aldım.
Beni fillerle yaşamımın başladığı yere
geri çağırıyordu
Lütfen aramızda bir yıldır süren
sessizlik için beni bağışla.
Bu mektup sessizliği kırdı.
Sana yazacağım 365 mektubun ilki.
herbir sessizlik günü için bir tane.
Asla bu mektuplardaki kendimden
fazlası olmayacağım.
Bunlar benim kuş yolu haritalarım.
ve bunlar doğru olacağını
bildiklerimin hepsi.
Herşeyi hatırlayacaksın.
Herşey öncesi gibi olacak.
Zamanın başlangıçında,
gökyüzü uçan fillerle doluydu.
Her gece gökyüzünde aynı yere yatıyorlardı.
Ve bir gözleri açık hayal kuruyorlardı.
Eğer gece yukarıdaki
yıldızlara bakarsanız...
bir gözleri açık uyuyan fillerin
ışıldayan gözlerini görürsünüz.
En iyisi bizi izlemeye devam edin.
Evim yandığından beri
ayı daha net görüyorum.
İçime düşen tüm cennetlere bakıyorum.
Ellerimle tuttuğum cennetler gördüm,
fakat bıraktım.
Tutamadığım sözler gördüm.
Azaltamadığım acılar...
İyileştiremediğim yaralar...
Dökemediğim gözyaşları...
Kederlenemediğim ölümler gördüm.
Karşılık veremediğim dualar...
Açmadığım kapılar...
Kapatmadığım kapılar...
ve yaşamadığım hayaller...
Kabul edemediğim,
bana sunulanların hepsini gördüm.
Arzu ettiğim,
fakat asla almadığım mektuplar gördüm.
Olabileceklerin tümünü gördüm,
fakat asla olmayacak...
Hortumunu yukarı kaldırmış bir fil
yıldızlara bir mektuptur.
Balinanın suda sıçraması
denizin dibinden bir mektuptur.
Bu imgeler hayallerime bir mektuptur.
Bu mektuplar sana olan mektuplarımdır.
Kalbim pencereleri yıllardır açılmamış
eski bir ev gibidir.
Fakat şimdi pencerelerin
açıldığını duyuyorum.
Turnaların Himalayaların
eriyen karlarının üstünde...
yüzdüğünü hatırlıyorum.
Deniz ayısının kuyruğunda uyumak...
Sakallı fokların şarkısı...
Zebranın havlaması...
Kumun çıtırdamaları...
Karakulakların kulakları...
Fillerin egemenliği...
Balinaların suda sıçraması...
ve boğa antilopunun silueti...
meerkat'in ayak parmağının
kıvrımını hatırlıyorum.
Gange nehrinde yüzmek...
Nil'de gemi yolculuğu...
Hatshepsut kolidorlarında dolaşmayı ve
birçok kadının yüzünü hatırlıyorum.
Sonsuz denizler ve binlerce mil nehirler...
Babalar ile çocuklar hatırlıyorum...
ve tadı...hatırlıyorum...
ve şeftalinin kabuğunu soymayı...
Herşeyi hatırlıyorum.
Fakat geride bırakılanları
hiç hatırlamıyorum.
rüyalarını hatırla...
hatırla...
Savanna fillerini daha uzun izledikçe,
daha fazla dinledikçe,
daha fazla açtıkça,...
bana kim olduğumu hatırlatıyorlar.
Koruyucu filler, doğa orkestrasının
tüm müzisyenleri ile birlikte...
çalışma isteğimi duyabilir mi?
Filin gözlerinden görmek istiyorum.
Adımları olmayan dansa katılmak istiyorum.
Dansın kendisi olmak istiyorum.
Eğer daha yakına gelir veya
daha uzağa gidersen söyleyemem.
Yüzüne baktığımda bulduğum
huzuru özlüyorum.
Eğer şimdi yüzün bana dönerse,
kaybolduğunu sandığım yüzü
tekrar bulmam belki daha kolay olur.
kendimin.
Tüy ateşe
ateş kana
kan kemiğe
kemik iliğe
ilik küllere
küller kara
Balinalar şarkı söylemiyor,
çünkü bir cevapları var.
Şarkı söylüyorlar,
çünkü bir şarkıları var.
Ne önemlidir,
sayfada yazılı olan değil,
Önemli olan,
gönülde ne yazılı olduğudur.
Haydi mektupları yak
ve küllerini kara ser.
Nehrin kenarında,
bahar geldiğinde ve kar eridiğinde
ve nehir yükseldiğinde kıyısına geri dön.
ve kapalı gözlerinle
mektuplarımı tekrar oku.
Bırak kelimeler ve imgeler vücudunu
dalgalar gibi yıkasın.
Ellerinle kulaklarını kapa
ve mektupları tekrar oku.
Cennet müziklerini dinle.
sayfa, sonraki sayfa, sonraki sayfa...
Kuşun yolundan uç.
Uç...
Uç...
Uç...
Gregory Colbert’in 2005 yapımı Belgesel Sunumu
Islak Çeltikler'e
benim bir sevincim var yüzün artık akşam
bir çocuğun gülüşünü görüyorsun nereye baksam
kıyımız uzak ve kuytuda ellerimiz sanki yok
ellerimiz yok ama senin ellerini bir tutsam
bazı çocuklar doğar bilirim bazı çocuklar doğmaz
doğmayan çocuklar için bilmem ne yapsam
ey çavlan. bitmeyen temmuz güneşi. ey aslan
silkin. sakla harmanını. çocuğunu sakla
ey aslan. suya kaptır kendini ellerin sanki yok
bir güzel günde mızıkalarla bir alanda dursam
sen yoksun gazeteler yok geçmişin razı değil
bilmem ki doğmayan çocukları ben mi doğsam
Turgut UYAR
bir çocuğun gülüşünü görüyorsun nereye baksam
kıyımız uzak ve kuytuda ellerimiz sanki yok
ellerimiz yok ama senin ellerini bir tutsam
bazı çocuklar doğar bilirim bazı çocuklar doğmaz
doğmayan çocuklar için bilmem ne yapsam
ey çavlan. bitmeyen temmuz güneşi. ey aslan
silkin. sakla harmanını. çocuğunu sakla
ey aslan. suya kaptır kendini ellerin sanki yok
bir güzel günde mızıkalarla bir alanda dursam
sen yoksun gazeteler yok geçmişin razı değil
bilmem ki doğmayan çocukları ben mi doğsam
Turgut UYAR
Uzun yağmurlardan sonra
Sen yağmurlu günlere yakışırsın
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır
Işırsa beni unutma
Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün
Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün
Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün
Her şeye rağmen ellerin üşür
Üşürse beni unutma
Yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer
Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular
Kahredersin başın önüne düşer
Düşerse beni unutma
Gülten AKIN
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır
Işırsa beni unutma
Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün
Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün
Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün
Her şeye rağmen ellerin üşür
Üşürse beni unutma
Yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer
Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular
Kahredersin başın önüne düşer
Düşerse beni unutma
Gülten AKIN
Bir Tereddütün Şiiri
bir pazar yorgunuyum sevgili günce
yazılı olmuşum dün gece sosyalden ve dinden
sahici sanat çalışmışım, dolmuşum ta boğazıma
büyük müzik, uzun roman, mutlak kibirle
deri değiştirmişim beşiktaş’a geçerken alelacele
bugün pazar, bugünpazar gazeteleri alıp
basıyorum yaralara ekleriyle
küçükkentsoyluya bir kalıp ezine
balkonda begonya güzeldir vesaire
vapurların biteviye geçtiğini bilmek hem şu yönde
mutlupazar dondurmaları eriyor balıkları büyüyor
duyuyor musun ey günce
lirikler şarlayarak iniyorum ilk durakta
patates baskı kızlar da iniyor usta
rimeller, sivilceler, pozitif enerjiler iniyor
başımda beğendiğim dizelerimden bir ayla
çıkarken geçirivermişim üstüme kentli bir sıkıntı
büyüğünden üstelik, dökümlü duruyor
çekirdek aileler hafta içini çitiliyor
bungunluğu, taksitleri, ortanca kızın karasevdasını
sahile götürmeli çocukları, insanlar benzemeli birbirine
uzaktan geçen gemiler ilk gençlik yıllarım
demeli baba sigara dumanından bir mask suratında
yaşlanıyorum, çünkü korkuyorum diye sayıklamalı anne
kızımın kalbini karartacak gemiler ufukta
deniz gözlerini alıyor, çocuklar
çocuklar yeni bir iftarın eşiğinde
şehrin dişlerinde bir kamaşma deniz,
deniz tuzla uyandırılmış havva
Ahmet Murat
yazılı olmuşum dün gece sosyalden ve dinden
sahici sanat çalışmışım, dolmuşum ta boğazıma
büyük müzik, uzun roman, mutlak kibirle
deri değiştirmişim beşiktaş’a geçerken alelacele
bugün pazar, bugünpazar gazeteleri alıp
basıyorum yaralara ekleriyle
küçükkentsoyluya bir kalıp ezine
balkonda begonya güzeldir vesaire
vapurların biteviye geçtiğini bilmek hem şu yönde
mutlupazar dondurmaları eriyor balıkları büyüyor
duyuyor musun ey günce
lirikler şarlayarak iniyorum ilk durakta
patates baskı kızlar da iniyor usta
rimeller, sivilceler, pozitif enerjiler iniyor
başımda beğendiğim dizelerimden bir ayla
çıkarken geçirivermişim üstüme kentli bir sıkıntı
büyüğünden üstelik, dökümlü duruyor
çekirdek aileler hafta içini çitiliyor
bungunluğu, taksitleri, ortanca kızın karasevdasını
sahile götürmeli çocukları, insanlar benzemeli birbirine
uzaktan geçen gemiler ilk gençlik yıllarım
demeli baba sigara dumanından bir mask suratında
yaşlanıyorum, çünkü korkuyorum diye sayıklamalı anne
kızımın kalbini karartacak gemiler ufukta
deniz gözlerini alıyor, çocuklar
çocuklar yeni bir iftarın eşiğinde
şehrin dişlerinde bir kamaşma deniz,
deniz tuzla uyandırılmış havva
Ahmet Murat
Yeniden
Anladım bir yeryüzü sürgünü olduğumu yeniden
Neresinden tutacağımı bilemediğim bu hayat
hoyrat insanların tornasında eğilen, bükülen
Acıyla, elemle herkesin birbirini ve beni
yemesini seyreden, yeniden ve yeniden...
Anladım iflâh olmaz biri olduğumu, yeniden
Beynime çevrilmiş silah, göğsüme dayanmış hançer,
kalbime sokulmuş dinamit; binbir söz, binbir yüz
Anladım, ağaçta kızaran elma, tarlada büyüyen buğday,
saksıda yeşil fesleğen, rüzgârla savrulan yaprak,
tepelerde dönen kartal, anladım anladım
Anladım görür görmez 'işte bencileyin bir adam' der, Celâl Usta
Saçma bir dünyada hayatın anlamını arayan
'Herşeyin ama herşeyin bir anlamı ' olduğunu
bilen, bildiren ruh marangozu
Alnımın ortasındaki o derin çizgiden kendi çizgisine anlam taşıyan
Anladım, hayatın kıyısında, yalnız, kendince, bilge
Alnının ortasında derin çizgiyle...
Anladım, insanlar insanları öldürebilir, ciğerlerini sökebilir,
çarmıha gerebilir, kazığa oturtabilir, çiğ çiğ yiyebilir
Ben kusarım. Bütün ölenler için öldürenlere
Irmaklarca, denizlerce... tiksintiyle, elemle
Adımı insan hanesinden siliyorum
Siliyorum, siliyorum, tiksiniyorum
Anladım, yeniden anladım; insan hanesinden adımı siliyorum
Yusuf Alper
Neresinden tutacağımı bilemediğim bu hayat
hoyrat insanların tornasında eğilen, bükülen
Acıyla, elemle herkesin birbirini ve beni
yemesini seyreden, yeniden ve yeniden...
Anladım iflâh olmaz biri olduğumu, yeniden
Beynime çevrilmiş silah, göğsüme dayanmış hançer,
kalbime sokulmuş dinamit; binbir söz, binbir yüz
Anladım, ağaçta kızaran elma, tarlada büyüyen buğday,
saksıda yeşil fesleğen, rüzgârla savrulan yaprak,
tepelerde dönen kartal, anladım anladım
Anladım görür görmez 'işte bencileyin bir adam' der, Celâl Usta
Saçma bir dünyada hayatın anlamını arayan
'Herşeyin ama herşeyin bir anlamı ' olduğunu
bilen, bildiren ruh marangozu
Alnımın ortasındaki o derin çizgiden kendi çizgisine anlam taşıyan
Anladım, hayatın kıyısında, yalnız, kendince, bilge
Alnının ortasında derin çizgiyle...
Anladım, insanlar insanları öldürebilir, ciğerlerini sökebilir,
çarmıha gerebilir, kazığa oturtabilir, çiğ çiğ yiyebilir
Ben kusarım. Bütün ölenler için öldürenlere
Irmaklarca, denizlerce... tiksintiyle, elemle
Adımı insan hanesinden siliyorum
Siliyorum, siliyorum, tiksiniyorum
Anladım, yeniden anladım; insan hanesinden adımı siliyorum
Yusuf Alper
Biz
Ve biz,
Biz yaşamı sınırsız severiz
Ve İki şehid arasında raks ederiz
Onların arasında menekşeler için, minare ve palmiye ağaçları dikeriz
Biz yaşamı sınırsız severiz
İpek böceğinden bir tel çalarak gökyüzüne çiçek deseni öreriz
Ve kaçış için bahçenin kapılarını aralarız
Ki yasemin çiçekleri tüm caddeyi kaplasın
Güzel bir gün gibi,
Yaşamı sınırsız severiz
Nerede olursak olalım geçtiğimiz yere bitkiler diker
Ve ölülerimizi yerden kaldırırız
Ve rengin ıssızlığında
Uzakları okşarız
Uzaklar
Toza, toprağa karşı bir at’ın çığlığını soluk yaparız kendimize
İsimlerimizi taştan, taşa kazırız
Ah, ey aydınlık
Aydınlık sun
Geceye
azcık ışık sun.
Biz
Yaşamı
sınırsız
seviyoruz…
Mahmud DERVİŞ
Biz yaşamı sınırsız severiz
Ve İki şehid arasında raks ederiz
Onların arasında menekşeler için, minare ve palmiye ağaçları dikeriz
Biz yaşamı sınırsız severiz
İpek böceğinden bir tel çalarak gökyüzüne çiçek deseni öreriz
Ve kaçış için bahçenin kapılarını aralarız
Ki yasemin çiçekleri tüm caddeyi kaplasın
Güzel bir gün gibi,
Yaşamı sınırsız severiz
Nerede olursak olalım geçtiğimiz yere bitkiler diker
Ve ölülerimizi yerden kaldırırız
Ve rengin ıssızlığında
Uzakları okşarız
Uzaklar
Toza, toprağa karşı bir at’ın çığlığını soluk yaparız kendimize
İsimlerimizi taştan, taşa kazırız
Ah, ey aydınlık
Aydınlık sun
Geceye
azcık ışık sun.
Biz
Yaşamı
sınırsız
seviyoruz…
Mahmud DERVİŞ
Leyla
Günlerden bir özge bir gün müdür
Yaprak dökümü müdür gizemli neylerin
Dağlar Leyla albenisiyle mi donanmıştır
Bulutların doluktuğu
Bunlar sözcük müdür yoksa tuz ırmağı mı
Roma’ya yakınılan ben miyim
Bir gün
Her gün gelen meleğin gelmeyeceğini
Bilen ben miyim
İlenen Leyla mıdır Leyla mıdır
(kötürüm bir yel eser ıraklardan
Üçgenlerin eşliğinde
Unutulur olay özellikleri
Şems’in öğütleri erir ufukta
Doğuda batar güneş)
Kötürüm bir yel eser ıraklardan
Çağlar alınyazımı tartışır
Karanlığı tırmalar karanlık bilgeler
Evren bir savaş alanıdır
Aşkı eline dolayan bir dize yürür üstüme
Bir kent mecnunu keser yollarımı
Leyla’yı sorar
( ölüm şarkısını çalar gizemli neyler
Düşer – bu bir ölüm düşüşüdür – çılgın hüseyniler
Bağlanır bir aksak hicazda Şevki Bey’in kolları
Doğuda batar güneş )
Leyla bir özge can mıdır
Can içinde can mıdır
Bir adam anlattılar leyla’yı avuçlarında gizliyormuş
Bir adam koynunda taşıyormuş onu
Onları kıskanmak mıdır leyla’ya giden yol
Ağlasak bağışlar mı
Nasıl ölünür uğrunda
Söz verilmiş ülkede yabancı
Ağlamayan gezgini düşündüm
Nil’i gözleriyle içen bir bilge gibi
Sara gülümsüyor
Yargıç yok taşı kim atacak
Leyla bilmez mi gerekli olduğunu
Şu anda
Ben İbrahim ve sara
Leyla bilmez mi
Erzurum 1973
İlhami Çiçek
Yaprak dökümü müdür gizemli neylerin
Dağlar Leyla albenisiyle mi donanmıştır
Bulutların doluktuğu
Bunlar sözcük müdür yoksa tuz ırmağı mı
Roma’ya yakınılan ben miyim
Bir gün
Her gün gelen meleğin gelmeyeceğini
Bilen ben miyim
İlenen Leyla mıdır Leyla mıdır
(kötürüm bir yel eser ıraklardan
Üçgenlerin eşliğinde
Unutulur olay özellikleri
Şems’in öğütleri erir ufukta
Doğuda batar güneş)
Kötürüm bir yel eser ıraklardan
Çağlar alınyazımı tartışır
Karanlığı tırmalar karanlık bilgeler
Evren bir savaş alanıdır
Aşkı eline dolayan bir dize yürür üstüme
Bir kent mecnunu keser yollarımı
Leyla’yı sorar
( ölüm şarkısını çalar gizemli neyler
Düşer – bu bir ölüm düşüşüdür – çılgın hüseyniler
Bağlanır bir aksak hicazda Şevki Bey’in kolları
Doğuda batar güneş )
Leyla bir özge can mıdır
Can içinde can mıdır
Bir adam anlattılar leyla’yı avuçlarında gizliyormuş
Bir adam koynunda taşıyormuş onu
Onları kıskanmak mıdır leyla’ya giden yol
Ağlasak bağışlar mı
Nasıl ölünür uğrunda
Söz verilmiş ülkede yabancı
Ağlamayan gezgini düşündüm
Nil’i gözleriyle içen bir bilge gibi
Sara gülümsüyor
Yargıç yok taşı kim atacak
Leyla bilmez mi gerekli olduğunu
Şu anda
Ben İbrahim ve sara
Leyla bilmez mi
Erzurum 1973
İlhami Çiçek
Bırakıp Gittin Beni
bırakıp gittin beni bütün kapılarda
bütün çöllerde tek başıma kodun
şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim
vardığım hiç bir yerde değildin
sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam
hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını
denizde dalgakırandan da boş boşluğunu bir günün
seslenip de senden cevap alamadığım sessizliği
bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz
her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle
düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni
yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin
düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden
başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç
bana bakıp görmediğin için
ben yokken içini çektiğin için
ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen
Luis Aragon
bütün çöllerde tek başıma kodun
şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim
vardığım hiç bir yerde değildin
sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam
hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını
denizde dalgakırandan da boş boşluğunu bir günün
seslenip de senden cevap alamadığım sessizliği
bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz
her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle
düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni
yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin
düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden
başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç
bana bakıp görmediğin için
ben yokken içini çektiğin için
ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen
Luis Aragon
Pia
ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın 
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia'yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldızlar basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia'nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia'nın
ölsem eksiksiz ölürdüm
Attila İLHAN
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia'yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldızlar basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia'nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia'nın
ölsem eksiksiz ölürdüm
Attila İLHAN
Destina
Dün gece sen uyurken
İsmini fısıldadım
Ve hayvanların korkunç
Öykülerini anlattım
Dün gece sen uyurken
Çiçeklere su verdim
Ve insanların korkunç
Öykülerini anlattım onlara
Dün gece sen uyurken
Yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden
Yeni bir isim verdim sana
Destina
Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte
Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için
Seni bu denli yıktıkları için
Yaşamımın gizini vereceğim sana
Lale Müldür
İsmini fısıldadım
Ve hayvanların korkunç
Öykülerini anlattım
Dün gece sen uyurken
Çiçeklere su verdim
Ve insanların korkunç
Öykülerini anlattım onlara
Dün gece sen uyurken
Yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden
Yeni bir isim verdim sana
Destina
Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte
Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için
Seni bu denli yıktıkları için
Yaşamımın gizini vereceğim sana
Lale Müldür
Elveda
Deyirem sefası bitdi ömrümün,
İndi dağ çıhıram, düze elveda.
Göze duman çökür, başa gar yağır,
Bahara elveda, yaza elveda.
Aşgına her zaman mügaddes dedin.
Günler elden gedir, sen teles dedin.
Çohu istemedin, aza bes dedin,
Dedim, çoh yoh ise, aza elveda.
İndi öz kökünden üzülen menem.
Özge budaglara düzülen menem.
İndi ne sen, sensen, ne de men, menem.
Biz ki, biz değildik, bize elveda.
Bahtiyar, derinde sızlayıp yaran.
Seni keçmişine bağlar her zaman.
Zulmet üreğini işıglandıran,
Yoluna şam tutan göze elveda.
Bahtiyar Vahapzade
İndi dağ çıhıram, düze elveda.
Göze duman çökür, başa gar yağır,
Bahara elveda, yaza elveda.
Aşgına her zaman mügaddes dedin.
Günler elden gedir, sen teles dedin.
Çohu istemedin, aza bes dedin,
Dedim, çoh yoh ise, aza elveda.
İndi öz kökünden üzülen menem.
Özge budaglara düzülen menem.
İndi ne sen, sensen, ne de men, menem.
Biz ki, biz değildik, bize elveda.
Bahtiyar, derinde sızlayıp yaran.
Seni keçmişine bağlar her zaman.
Zulmet üreğini işıglandıran,
Yoluna şam tutan göze elveda.
Bahtiyar Vahapzade
Kuşlar Yıkanır Sesimde
tuz basılmış yaralarıma inat 
pervaneyim ışığında
ey hayat
devrik bir sultanın
kahreden kederi
yanmış yıkılmış
saray öreni
değil artık yüreğim
zinciri kopart
ay çapında bir dul gecede
sular uyurken uyandım
dudağımda çiy
gül yaprağında kan
dizginleri yağmura dolanan
doru taydı zaman
gömdüm ölülerimi
bir kızıl gülün dibine
sorgucum Anka tüyü
saltanatım gül
böğürtlen mevsimi
kuşlar yıkanır sesimde
Perihan BAYKAL
pervaneyim ışığında
ey hayat
devrik bir sultanın
kahreden kederi
yanmış yıkılmış
saray öreni
değil artık yüreğim
zinciri kopart
ay çapında bir dul gecede
sular uyurken uyandım
dudağımda çiy
gül yaprağında kan
dizginleri yağmura dolanan
doru taydı zaman
gömdüm ölülerimi
bir kızıl gülün dibine
sorgucum Anka tüyü
saltanatım gül
böğürtlen mevsimi
kuşlar yıkanır sesimde
Perihan BAYKAL
Ölmek Konusunda
Ha üç gün önce, ha beş gün sonra.
Geldiğin gibi gidişin.
Nereye gittiyse anan, baban,
Peşinden kardeşin.
Bir yaprak dökümüdür dört yandan.
Bir dostun, seninle ağlamış gülmüş,
Bir sabah gazeteyi açarsın ki:
Ölmüş!
Daha dün gibidir hepsi.
Evlendiğin gün çekilmiş resim.
Mesutsun bak, çoluk çocuğunla.
Geçti kaç mevsim...
Gençtin, dinçtin... hepsi bir zamanlar.
Nerende şimdi ağrın, sızın?
Yatakta mı, yavaş yavaş
Ya sokakta ansızın?
Birkaç bahar, bir o kadar kış.
Ömürdür; uzun, kısa.
Ne ise göreceğin;
Kısmet ne kadarsa.
Hangi yılsa o, hangi ayın hangi günü,
Saati çalınca, gelince sıran.
Nasıl yaşadıysa habersiz,
Nasıl öldüyse bunca insan...
Ziya Osman SABA
Geldiğin gibi gidişin.
Nereye gittiyse anan, baban,
Peşinden kardeşin.
Bir yaprak dökümüdür dört yandan.
Bir dostun, seninle ağlamış gülmüş,
Bir sabah gazeteyi açarsın ki:
Ölmüş!
Daha dün gibidir hepsi.
Evlendiğin gün çekilmiş resim.
Mesutsun bak, çoluk çocuğunla.
Geçti kaç mevsim...
Gençtin, dinçtin... hepsi bir zamanlar.
Nerende şimdi ağrın, sızın?
Yatakta mı, yavaş yavaş
Ya sokakta ansızın?
Birkaç bahar, bir o kadar kış.
Ömürdür; uzun, kısa.
Ne ise göreceğin;
Kısmet ne kadarsa.
Hangi yılsa o, hangi ayın hangi günü,
Saati çalınca, gelince sıran.
Nasıl yaşadıysa habersiz,
Nasıl öldüyse bunca insan...
Ziya Osman SABA
Kriz Zamanında Naat
Kriz Zamanında Naat
Krizya prizmasından seyrediyorum mor Gabriel’i
Menekşeler bu prizmada kırılıyor
Kızıl zihinde kırık her şey kırık
Herkes hummalı ve zamanlar garip
ama böyle olması gerekiyor diyor Siyah Kalem
“çünkü ancak yıkılan evde haine vardır”
Ego kırılacak
Beden kırılacak
Kalp kırılacak
Her şey kış ışığı gibi kırılacaktır ki
Yeni bir başlangıç olsun
Postnişinler öğleden sonrası oturmalarında
Üzerlerine yağacak 120 elmas yağmurunu bekliyorlar
Ameliyat masası üzerinde
Garp sürgünü, Şark sürgünü
Türkiye’nin kızıl kalbi açık
Çünkü kalp ince saydam
Bir cisimdir bunu anlayamadılar
Bak her şey kırılıyor sen
mai bakışın için, Logos,
son lötüs ağacının ötesinde
iç çekerken melek
 
Sat bir kalp kırılıyor
Senin sözün için
Gece kuğuyla yolculuk eden O’na
O’nunla vakit geçiren O’na
Bir kedi kırılıyor ağzında
Senin yakut mührün
arketipik ahmet
“Mim’siz Ahmed’sin sen”
Swahili dilinde kırılıyorum
Arkalarını döner dönmez
Satıyorlar beni
Lahor’da kırık bir sitar gibi
Hastayım, hırkanı at üzerime
Ya Muhammed
Lale Müldür
Krizya prizmasından seyrediyorum mor Gabriel’i
Menekşeler bu prizmada kırılıyor
Kızıl zihinde kırık her şey kırık
Herkes hummalı ve zamanlar garip
ama böyle olması gerekiyor diyor Siyah Kalem
“çünkü ancak yıkılan evde haine vardır”
Ego kırılacak
Beden kırılacak
Kalp kırılacak
Her şey kış ışığı gibi kırılacaktır ki
Yeni bir başlangıç olsun
Postnişinler öğleden sonrası oturmalarında
Üzerlerine yağacak 120 elmas yağmurunu bekliyorlar
Ameliyat masası üzerinde
Garp sürgünü, Şark sürgünü
Türkiye’nin kızıl kalbi açık
Çünkü kalp ince saydam
Bir cisimdir bunu anlayamadılar
Bak her şey kırılıyor sen
mai bakışın için, Logos,
son lötüs ağacının ötesinde
iç çekerken melek
Sat bir kalp kırılıyor
Senin sözün için
Gece kuğuyla yolculuk eden O’na
O’nunla vakit geçiren O’na
Bir kedi kırılıyor ağzında
Senin yakut mührün
arketipik ahmet
“Mim’siz Ahmed’sin sen”
Swahili dilinde kırılıyorum
Arkalarını döner dönmez
Satıyorlar beni
Lahor’da kırık bir sitar gibi
Hastayım, hırkanı at üzerime
Ya Muhammed
Lale Müldür
Susuzluk'a
sen beni hazırlama sakın sen de bana gel 
ölmüş ölü olmuş hüseyne hasana gel.
elleri koku dağıtırdı nasıl bir koku
suya gel kana gel bir yeni hasana gel.
o öldü çünkü bir gülü tutmuştu bilmeden
sen istersen her gün gel her sene gel.
gel beyazlıkları elle türlü kokuları biç
günler karardığında davran hep sana gel.
ne yap yap hazırla kendini anladın mı
ne yap yap meselâ ısıtıp dökündüğün sularla bile bana gel.
hatırlanmış bir gül ben de hatırlarım kolaydır
ölmüş mü ölmemiş mi hüseyne hasana gel.
hüseyin de öldü ölür hasan da öldü ölür
ölen ve dirilen o bitmez insana gel.
Turgut Uyar
ölmüş ölü olmuş hüseyne hasana gel.
elleri koku dağıtırdı nasıl bir koku
suya gel kana gel bir yeni hasana gel.
o öldü çünkü bir gülü tutmuştu bilmeden
sen istersen her gün gel her sene gel.
gel beyazlıkları elle türlü kokuları biç
günler karardığında davran hep sana gel.
ne yap yap hazırla kendini anladın mı
ne yap yap meselâ ısıtıp dökündüğün sularla bile bana gel.
hatırlanmış bir gül ben de hatırlarım kolaydır
ölmüş mü ölmemiş mi hüseyne hasana gel.
hüseyin de öldü ölür hasan da öldü ölür
ölen ve dirilen o bitmez insana gel.
Turgut Uyar
Sonbahar Yitiminin Ezgisi
Bak ben bir çocuktan çıktım haylaz sarışın
Yüzümü güneşe tuttum, aykırı bir çocuktum
Buğday başakları arasından dünyaya gülümseyen
Bir sonbahar yüzümü yağmurda eskittim
Aynaları öptürdüm, aynaları dünyaya tuttum
Kuşlar uçuştular içinden dört bir yana
Ey sonbahar! Yaprak yaprak savruluşun büyüsü
Sevgilerimi sıcak sakla, acılarımı dağıt git
Bak ben bir çocuktum sarışın kiraz küpeli
Suçum yok sendelediysem bir aşk yangınıyla
Çünkü ölümdü ayrılıktı yalnızlıktı
Kalbin akan sesiyle daha yeni tanıştım
Bak ben başak kadar çocuktum ablası olmayan
Şiir çektim ayrılıklarla gölgelenmiş aşklardan
Uyanıp her gece uykudan denize açıldım.
Ah denize gömseydim denize gömseydim
Av şarkılarımı, ayrılıklarla biten aşklarımı
Ay bütün gece dizlerimde kanadığı zaman
Bak ben okuldan kaçtım üstüm başım kırağı
Kıskandım kuşların ulaşamadığı başı dumanlı dağları
Günlerdir kendime yakıştırdım, kuşlar yağdı şakaklarıma
Sonra yürüdüm her duvara bir pencere açarak
Yürüdüm dilimin ucunda yaprak döken bir türkü
Ahmet Ada
Yüzümü güneşe tuttum, aykırı bir çocuktum
Buğday başakları arasından dünyaya gülümseyen
Bir sonbahar yüzümü yağmurda eskittim
Aynaları öptürdüm, aynaları dünyaya tuttum
Kuşlar uçuştular içinden dört bir yana
Ey sonbahar! Yaprak yaprak savruluşun büyüsü
Sevgilerimi sıcak sakla, acılarımı dağıt git
Bak ben bir çocuktum sarışın kiraz küpeli
Suçum yok sendelediysem bir aşk yangınıyla
Çünkü ölümdü ayrılıktı yalnızlıktı
Kalbin akan sesiyle daha yeni tanıştım
Bak ben başak kadar çocuktum ablası olmayan
Şiir çektim ayrılıklarla gölgelenmiş aşklardan
Uyanıp her gece uykudan denize açıldım.
Ah denize gömseydim denize gömseydim
Av şarkılarımı, ayrılıklarla biten aşklarımı
Ay bütün gece dizlerimde kanadığı zaman
Bak ben okuldan kaçtım üstüm başım kırağı
Kıskandım kuşların ulaşamadığı başı dumanlı dağları
Günlerdir kendime yakıştırdım, kuşlar yağdı şakaklarıma
Sonra yürüdüm her duvara bir pencere açarak
Yürüdüm dilimin ucunda yaprak döken bir türkü
Ahmet Ada
Meryem
Yine de son şansımı kullanmak
istemezdim saçlarının uğultulu hançeri
karşısında.. Sokaklarının tuzunu
kalbimin şaşkın ve sitemkâr
ipine bulamazdım..
Belki de dilimi felç
etmez, çehremden bu kadar
ürpermez, sesimde tozlanan bütün
şüphe belirtilerini ateşli ihtimal
seanslarına yormazdım..
Şehirde senin adın şiddetlense, şâyla
büyüse, kimsenin bilmediği puslu
haberlere koyu bir gül
süsü vermezdim..
Sen yine de bu soğuk, bu
yaban, bu çiğnenmiş çaresizliği iki
dudağının arasından sızdır
ma! Ve günün birinde yanılıp
da, mâzînin o me'yus yaralarına sakın kucak aç
ma!. Hem nasıl olsa, yıllar sonra
her mâsum hatırlayışın
rûhunu sıyıran içli, buruk
bir tadı kalacaktır aynalarda..
Hançerendeki tufan
işaretini biraz ertelesen oy
sa, takvimleri rendele
sen, hayat bir süre
hüsrana uğrasa... ve ellerine üşüşen meçhûl
hakikatı benim yitirişlerim
için perdelesen.. Sancılı
bahçelerde dilek-şart
kipiyle serinlemez, camların uçuk
eczasıyla meczup suların yatağından
uyanmaz, ve yalnız bana
zaptedilmiş senfonik susuşunu siyahın emanet
köpüğüne banmazdım..
Olsun. Yine de sen başlat, nâdim
olmuş bu sefil sözlere târizlerin ilk
âni hücumunu... Hor ve hakîr
gör, dünyaya bulaşan ay
gibi masun
bir hicâb meleğinin muhayyelât
rindinde yaptığı tahribatı..
Ama sana gözlerim
kadar yakın
bir bulutun hecesi olmayı
becerebilecek provaya geç
kalışımı bağışla! Bu yüzden gece
savaşlarıyla yüzüm
arasında ıslanan mesafeyi
kalbinle buluşturmam
i m k â n s ı z . . .
Sen bana unutulmuş
adaların o masmavi mührünü
vaadet! Parmaklarını dalgın
hâline beni inandır..
Benzim borç
lanıyor, bak:
Beniçocuket!.
B a h t s ı z ı m işte,
ömrüm
k ı r ı l a c a k . .
İhsan DENİZ
istemezdim saçlarının uğultulu hançeri
karşısında.. Sokaklarının tuzunu
kalbimin şaşkın ve sitemkâr
ipine bulamazdım..
Belki de dilimi felç
etmez, çehremden bu kadar
ürpermez, sesimde tozlanan bütün
şüphe belirtilerini ateşli ihtimal
seanslarına yormazdım..
Şehirde senin adın şiddetlense, şâyla
büyüse, kimsenin bilmediği puslu
haberlere koyu bir gül
süsü vermezdim..
Sen yine de bu soğuk, bu
yaban, bu çiğnenmiş çaresizliği iki
dudağının arasından sızdır
ma! Ve günün birinde yanılıp
da, mâzînin o me'yus yaralarına sakın kucak aç
ma!. Hem nasıl olsa, yıllar sonra
her mâsum hatırlayışın
rûhunu sıyıran içli, buruk
bir tadı kalacaktır aynalarda..
Hançerendeki tufan
işaretini biraz ertelesen oy
sa, takvimleri rendele
sen, hayat bir süre
hüsrana uğrasa... ve ellerine üşüşen meçhûl
hakikatı benim yitirişlerim
için perdelesen.. Sancılı
bahçelerde dilek-şart
kipiyle serinlemez, camların uçuk
eczasıyla meczup suların yatağından
uyanmaz, ve yalnız bana
zaptedilmiş senfonik susuşunu siyahın emanet
köpüğüne banmazdım..
Olsun. Yine de sen başlat, nâdim
olmuş bu sefil sözlere târizlerin ilk
âni hücumunu... Hor ve hakîr
gör, dünyaya bulaşan ay
gibi masun
bir hicâb meleğinin muhayyelât
rindinde yaptığı tahribatı..
Ama sana gözlerim
kadar yakın
bir bulutun hecesi olmayı
becerebilecek provaya geç
kalışımı bağışla! Bu yüzden gece
savaşlarıyla yüzüm
arasında ıslanan mesafeyi
kalbinle buluşturmam
i m k â n s ı z . . .
Sen bana unutulmuş
adaların o masmavi mührünü
vaadet! Parmaklarını dalgın
hâline beni inandır..
Benzim borç
lanıyor, bak:
Beniçocuket!.
B a h t s ı z ı m işte,
ömrüm
k ı r ı l a c a k . .
İhsan DENİZ
Dağlarda Ateşler Yandıkça
Oda karanlık
Odadan dışarı çık
Şehir karanlık
Şehirden dışarı çık
Korkma
Yürü bir hayli yürü
Gördün mü
Dağlar başladı artık.
Korkun dağılır rüzgarda
Bekle biraz
Dağlarda ateşler yandıkça
Karanlıktan korkulmaz.
Dağlar karanlık
Dağlara yukarı çık
Korkma
Yürü bir hayli yürü
Az daha yukarı çık
Birbirinden uzakta
Gördün mü
Ateşler parladı artık.
Şimdi dağlar kaldı yine ardında
Odan yendi karanlığı, ölümü
Dağlarda ateşler yandıkça
Karanlıktan korkulmazmış, gördün mü?
BEHÇET NECATİGİL
Odadan dışarı çık
Şehir karanlık
Şehirden dışarı çık
Korkma
Yürü bir hayli yürü
Gördün mü
Dağlar başladı artık.
Korkun dağılır rüzgarda
Bekle biraz
Dağlarda ateşler yandıkça
Karanlıktan korkulmaz.
Dağlar karanlık
Dağlara yukarı çık
Korkma
Yürü bir hayli yürü
Az daha yukarı çık
Birbirinden uzakta
Gördün mü
Ateşler parladı artık.
Şimdi dağlar kaldı yine ardında
Odan yendi karanlığı, ölümü
Dağlarda ateşler yandıkça
Karanlıktan korkulmazmış, gördün mü?
BEHÇET NECATİGİL
Filistinli sevgili

Gözlerin bir diken
yürege saplanmis,
çildirasiya sevilen,
iskencesine dayanilamayan.
Gözlerin bir diken,
rüzgârdan korudugum,
ötesinde acilarin, gecelerin,
derinlere sapladigim.
Kandiller yanar isiginla,
geceler dönüsür sabaha.
Bense unuturum birden,
- göz rastlar rastlamaz göze-,
yasadigimiz bir vakitler
kapinin ardinda
yanyana.
*
Sakirdin sanki konusurken.
Isterdim konusmak ben de.
Dudaklarda hayir mi kalmisti ki,
O bahar gibi dudaklarda!
Sözlerin
güvercin gibi
yuvamdan
uçtu gitti.
Kapimiz,
sonbahar kadar sari
basamaklari ardindan
firladi gitti
caninin çektigi yere.
Aynalar oldu paramparça,
yigildi içimize
aci üstüne aci.
Topladik sesin küllerini
getirdik bir araya.
Böylece söyler olduk
acili türküsünü yurdumuzun.
Hep birlikte sazin bagrina
ektik bu türküyü,
evlerin damlarina tas firlatir gibi
firlattik attik bu türküyü,
alin, dedik,
sancidan kivranan kalplere.
Oysa her seyi unuttum ben simdi.
Ya sen, ya sen, sevgili,
sesini kimselerin bilmedigi!
Belki de gidisindir senin
ya da susmandir
sazi paslandiran.
*
Dün seni limanda gördüm,
yapayalniz, yolluksuz yolcu.
Bir yetim gibi sana dogru kosuyordum,
ariyordum sanki yasli anami.
Nasil, nasil, yemyesil bir portakal agaci
kapanir bir hücreye ya da bir limana,
nasil saklanir gurbet elde
ve yemyesil kalir?
Yaziyorum not defterime:
Limanda durakaldim…
En dondurucu kis kadar soguk gözler gibiydi dünya,
doluydu portakal kabuklariyla ellerimiz.
Ve hep çöl, ve hep çöl, ve hep çöldü ardim.
*
Seni yalçin daglarda gördüm,
kuzularinla, kovalanan çoban kizi.
Sen benim bahçemdin,yikintilar ortasinda.
Bendim o yabanci, bendim kapini vuran.
Ey gönül! Ey gönül!
Kapi kalbimin üzerinde yükseliyordu,
pencere, taslar ve çimento
Kalbimin üzerinde.
*
Seni su testilerinde gördüm,
bugday basaklarinda,
yikik dökük, parça parça, unufak.
Hizmet ederken gördüm gece kulüplerinde,
sancilarin simseklerinde gördüm ve yaralarda.
Bagrimdan koparilmis ciger parçasi sensin.
Dudaklarima ses olacak yel sen.
Ates ve akarsu sensin.
Gördüm seni bir magaranin agzinda
yetimlerinin çamasirlarini iplere asarken.
Gördüm sokaklarda seni ve ates ocaklarinda,
kaynayan kaninda günesin.
Ve ahirlarda…
Ve bütün tuzlarinda denizin.
Ve kumlarda…
Toprak gibi güzel,
yasemin gibi,
ve çocuklar gibi.
*
Ve ant içerim ki,
bir mendil isleyecegim yarina kadar,
gözlerine sundugum siirlerle süslü
ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatli:
“Bir Filistin vardi,
bir Filistin gene var!”
*
Gözleriyle Filistin,
kollardaki, gögüslerdeki dövmelerle Filistin,
adiyla saniyla Filistin.
Düslerin Filistin’i ve acilarin,
ayaklarin, bedenlerin ve mendillerin Filistin’i,
sözcüklerin ve sessizligin Filistin’i
ve çigliklarin.
Ölümün ve dogumun Filistin’i,
tasidim seni eski defterlerimde
siirlerimin atesi gibi.
Kumanya gibi tasidim seni gezilerimde.
Koyaklarda çagirdim seni bagira bagira,
inlettim senin adina koyaklari:
Sakinin hey
kayalari döve döve sarkimi koparan simsekten!
Benim gençligin yüregi!
Benim beyaz kanatli atli!
Benim yikan putlari!
Kartallari tepeleyen siirleri benim eken
tüm sinirlarina Suriye’nin!
Zalim düsmana bagirdim, ey Filistin, senin adina:
“Ölürsem, ey böcekler, vücudumu didik didik edin!”
Karinca yumurtasindan kartal çikmaz hiçbir vakit,
yalniz yilan çikar zehirli yilanlardan!
Ben barbarlarin atlarini iyi bilirim.
Bir ben dururum onlarin karsisinda,
bir ben,
gençligin yüregiyim her daim,
yüregiyim beyaz kanatli atlilarin.
Mahmut Derviş
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
Öne Çıkan Yayın
Bir Azizin ardından
Bastığı yeri bile incitmek istemeyen, çevresine ikram eden, insanların dertleriyle ilgilenen, hayvanları gözetip kollayan hal ehli,...
- 
Balkanlar ve Orta Asya Türk cumhuriyetlerindeki müslümanların etkilendiği radikal dini akımlar iki kategoride toplanabilir. Birinci ola...
 - 
Fena, yok olmak, silinmek, zeval bulmak anlamına gelir. Istılahta fena, başlangıcı ve sonu olan şey için kullanılır. Nitekim Allah mah...
 - 
Tasavvuf’un ilimler içerisindeki yeri İlimler çeşitlidir. Din ilmi de üç türlüdür. Kuran ilmi, sünnet ilmi, iman ha...
 
