Uzun yağmurlardan sonra

Sen yağmurlu günlere yakışırsın
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır
Işırsa beni unutma

Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün
Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün
Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün
Her şeye rağmen ellerin üşür
Üşürse beni unutma

Yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer
Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular
Kahredersin başın önüne düşer
Düşerse beni unutma

Gülten AKIN

Bir Tereddütün Şiiri

bir pazar yorgunuyum sevgili günce
yazılı olmuşum dün gece sosyalden ve dinden
sahici sanat çalışmışım, dolmuşum ta boğazıma
büyük müzik, uzun roman, mutlak kibirle
deri değiştirmişim beşiktaş’a geçerken alelacele
bugün pazar, bugünpazar gazeteleri alıp
basıyorum yaralara ekleriyle
küçükkentsoyluya bir kalıp ezine
balkonda begonya güzeldir vesaire
vapurların biteviye geçtiğini bilmek hem şu yönde



mutlupazar dondurmaları eriyor balıkları büyüyor
duyuyor musun ey günce
lirikler şarlayarak iniyorum ilk durakta
patates baskı kızlar da iniyor usta
rimeller, sivilceler, pozitif enerjiler iniyor
başımda beğendiğim dizelerimden bir ayla
çıkarken geçirivermişim üstüme kentli bir sıkıntı
büyüğünden üstelik, dökümlü duruyor
çekirdek aileler hafta içini çitiliyor
bungunluğu, taksitleri, ortanca kızın karasevdasını
sahile götürmeli çocukları, insanlar benzemeli birbirine
uzaktan geçen gemiler ilk gençlik yıllarım
demeli baba sigara dumanından bir mask suratında
yaşlanıyorum, çünkü korkuyorum diye sayıklamalı anne
kızımın kalbini karartacak gemiler ufukta
deniz gözlerini alıyor, çocuklar
çocuklar yeni bir iftarın eşiğinde
şehrin dişlerinde bir kamaşma deniz,
deniz tuzla uyandırılmış havva

Ahmet Murat

Yeniden

Anladım bir yeryüzü sürgünü olduğumu yeniden
Neresinden tutacağımı bilemediğim bu hayat
hoyrat insanların tornasında eğilen, bükülen
Acıyla, elemle herkesin birbirini ve beni
yemesini seyreden, yeniden ve yeniden...



Anladım iflâh olmaz biri olduğumu, yeniden
Beynime çevrilmiş silah, göğsüme dayanmış hançer,
kalbime sokulmuş dinamit; binbir söz, binbir yüz
Anladım, ağaçta kızaran elma, tarlada büyüyen buğday,
saksıda yeşil fesleğen, rüzgârla savrulan yaprak,
tepelerde dönen kartal, anladım anladım

Anladım görür görmez 'işte bencileyin bir adam' der, Celâl Usta
Saçma bir dünyada hayatın anlamını arayan
'Herşeyin ama herşeyin bir anlamı ' olduğunu
bilen, bildiren ruh marangozu
Alnımın ortasındaki o derin çizgiden kendi çizgisine anlam taşıyan
Anladım, hayatın kıyısında, yalnız, kendince, bilge
Alnının ortasında derin çizgiyle...

Anladım, insanlar insanları öldürebilir, ciğerlerini sökebilir,
çarmıha gerebilir, kazığa oturtabilir, çiğ çiğ yiyebilir
Ben kusarım. Bütün ölenler için öldürenlere
Irmaklarca, denizlerce... tiksintiyle, elemle
Adımı insan hanesinden siliyorum
Siliyorum, siliyorum, tiksiniyorum

Anladım, yeniden anladım; insan hanesinden adımı siliyorum

Yusuf Alper

Biz

Ve biz,
Biz yaşamı sınırsız severiz
Ve İki şehid arasında raks ederiz
Onların arasında menekşeler için, minare ve palmiye ağaçları dikeriz
Biz yaşamı sınırsız severiz
İpek böceğinden bir tel çalarak gökyüzüne çiçek deseni öreriz
Ve kaçış için bahçenin kapılarını aralarız
Ki yasemin çiçekleri tüm caddeyi kaplasın
Güzel bir gün gibi,
Yaşamı sınırsız severiz
Nerede olursak olalım geçtiğimiz yere bitkiler diker
Ve ölülerimizi yerden kaldırırız
Ve rengin ıssızlığında
Uzakları okşarız
Uzaklar
Toza, toprağa karşı bir at’ın çığlığını soluk yaparız kendimize
İsimlerimizi taştan, taşa kazırız
Ah, ey aydınlık
Aydınlık sun
Geceye
azcık ışık sun.
Biz
Yaşamı
sınırsız
seviyoruz…

Mahmud DERVİŞ

Leyla

Günlerden bir özge bir gün müdür
Yaprak dökümü müdür gizemli neylerin
Dağlar Leyla albenisiyle mi donanmıştır
Bulutların doluktuğu
Bunlar sözcük müdür yoksa tuz ırmağı mı


Roma’ya yakınılan ben miyim
Bir gün
Her gün gelen meleğin gelmeyeceğini
Bilen ben miyim
İlenen Leyla mıdır Leyla mıdır



(kötürüm bir yel eser ıraklardan
Üçgenlerin eşliğinde
Unutulur olay özellikleri
Şems’in öğütleri erir ufukta
Doğuda batar güneş)


Kötürüm bir yel eser ıraklardan
Çağlar alınyazımı tartışır
Karanlığı tırmalar karanlık bilgeler
Evren bir savaş alanıdır
Aşkı eline dolayan bir dize yürür üstüme
Bir kent mecnunu keser yollarımı
Leyla’yı sorar


( ölüm şarkısını çalar gizemli neyler
Düşer – bu bir ölüm düşüşüdür – çılgın hüseyniler
Bağlanır bir aksak hicazda Şevki Bey’in kolları
Doğuda batar güneş )


Leyla bir özge can mıdır
Can içinde can mıdır
Bir adam anlattılar leyla’yı avuçlarında gizliyormuş
Bir adam koynunda taşıyormuş onu
Onları kıskanmak mıdır leyla’ya giden yol
Ağlasak bağışlar mı
Nasıl ölünür uğrunda


Söz verilmiş ülkede yabancı
Ağlamayan gezgini düşündüm
Nil’i gözleriyle içen bir bilge gibi
Sara gülümsüyor
Yargıç yok taşı kim atacak
Leyla bilmez mi gerekli olduğunu
Şu anda
Ben İbrahim ve sara


Leyla bilmez mi


Erzurum 1973

İlhami Çiçek

Bırakıp Gittin Beni

bırakıp gittin beni bütün kapılarda
bütün çöllerde tek başıma kodun
şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim
vardığım hiç bir yerde değildin


sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam
hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını
denizde dalgakırandan da boş boşluğunu bir günün
seslenip de senden cevap alamadığım sessizliği

bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz
her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle
düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni
yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin
düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden

başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç
bana bakıp görmediğin için
ben yokken içini çektiğin için

ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen

Luis Aragon

Pia

ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia'yı görseler

bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldızlar basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim

ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia'nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk

ellerini tutabilsem pia'nın
ölsem eksiksiz ölürdüm

Attila İLHAN

Destina

Dün gece sen uyurken
İsmini fısıldadım
Ve hayvanların korkunç
Öykülerini anlattım


Dün gece sen uyurken
Çiçeklere su verdim
Ve insanların korkunç
Öykülerini anlattım onlara

Dün gece sen uyurken
Yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden
Yeni bir isim verdim sana
Destina

Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte
Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için
Seni bu denli yıktıkları için
Yaşamımın gizini vereceğim sana


Lale Müldür

Elveda

Deyirem sefası bitdi ömrümün,
İndi dağ çıhıram, düze elveda.
Göze duman çökür, başa gar yağır,
Bahara elveda, yaza elveda.

Aşgına her zaman mügaddes dedin.
Günler elden gedir, sen teles dedin.
Çohu istemedin, aza bes dedin,
Dedim, çoh yoh ise, aza elveda.

İndi öz kökünden üzülen menem.
Özge budaglara düzülen menem.
İndi ne sen, sensen, ne de men, menem.
Biz ki, biz değildik, bize elveda.

Bahtiyar, derinde sızlayıp yaran.
Seni keçmişine bağlar her zaman.
Zulmet üreğini işıglandıran,
Yoluna şam tutan göze elveda.

Bahtiyar Vahapzade

Kuşlar Yıkanır Sesimde

tuz basılmış yaralarıma inat
pervaneyim ışığında
ey hayat

devrik bir sultanın
kahreden kederi
yanmış yıkılmış
saray öreni
değil artık yüreğim
zinciri kopart

ay çapında bir dul gecede
sular uyurken uyandım
dudağımda çiy
gül yaprağında kan
dizginleri yağmura dolanan
doru taydı zaman

gömdüm ölülerimi
bir kızıl gülün dibine

sorgucum Anka tüyü
saltanatım gül
böğürtlen mevsimi
kuşlar yıkanır sesimde

Perihan BAYKAL

Ölmek Konusunda

Ha üç gün önce, ha beş gün sonra.
Geldiğin gibi gidişin.
Nereye gittiyse anan, baban,
Peşinden kardeşin.


Bir yaprak dökümüdür dört yandan.
Bir dostun, seninle ağlamış gülmüş,
Bir sabah gazeteyi açarsın ki:
Ölmüş!

Daha dün gibidir hepsi.
Evlendiğin gün çekilmiş resim.
Mesutsun bak, çoluk çocuğunla.
Geçti kaç mevsim...

Gençtin, dinçtin... hepsi bir zamanlar.
Nerende şimdi ağrın, sızın?
Yatakta mı, yavaş yavaş
Ya sokakta ansızın?

Birkaç bahar, bir o kadar kış.
Ömürdür; uzun, kısa.
Ne ise göreceğin;
Kısmet ne kadarsa.

Hangi yılsa o, hangi ayın hangi günü,
Saati çalınca, gelince sıran.
Nasıl yaşadıysa habersiz,
Nasıl öldüyse bunca insan...


Ziya Osman SABA

Kriz Zamanında Naat

Kriz Zamanında Naat

Krizya prizmasından seyrediyorum mor Gabriel’i
Menekşeler bu prizmada kırılıyor
Kızıl zihinde kırık her şey kırık
Herkes hummalı ve zamanlar garip
ama böyle olması gerekiyor diyor Siyah Kalem
“çünkü ancak yıkılan evde haine vardır”

Ego kırılacak
Beden kırılacak
Kalp kırılacak
Her şey kış ışığı gibi kırılacaktır ki
Yeni bir başlangıç olsun

Postnişinler öğleden sonrası oturmalarında
Üzerlerine yağacak 120 elmas yağmurunu bekliyorlar

Ameliyat masası üzerinde
Garp sürgünü, Şark sürgünü
Türkiye’nin kızıl kalbi açık
Çünkü kalp ince saydam
Bir cisimdir bunu anlayamadılar

Bak her şey kırılıyor sen
mai bakışın için, Logos,
son lötüs ağacının ötesinde
iç çekerken melek







Sat bir kalp kırılıyor
Senin sözün için
Gece kuğuyla yolculuk eden O’na
O’nunla vakit geçiren O’na
Bir kedi kırılıyor ağzında
Senin yakut mührün
arketipik ahmet
“Mim’siz Ahmed’sin sen”

Swahili dilinde kırılıyorum
Arkalarını döner dönmez
Satıyorlar beni
Lahor’da kırık bir sitar gibi

Hastayım, hırkanı at üzerime
Ya Muhammed

Lale Müldür

Susuzluk'a

sen beni hazırlama sakın sen de bana gel
ölmüş ölü olmuş hüseyne hasana gel.

elleri koku dağıtırdı nasıl bir koku
suya gel kana gel bir yeni hasana gel.

o öldü çünkü bir gülü tutmuştu bilmeden
sen istersen her gün gel her sene gel.

gel beyazlıkları elle türlü kokuları biç
günler karardığında davran hep sana gel.

ne yap yap hazırla kendini anladın mı
ne yap yap meselâ ısıtıp dökündüğün sularla bile bana gel.

hatırlanmış bir gül ben de hatırlarım kolaydır
ölmüş mü ölmemiş mi hüseyne hasana gel.

hüseyin de öldü ölür hasan da öldü ölür
ölen ve dirilen o bitmez insana gel.


Turgut Uyar

Sonbahar Yitiminin Ezgisi

Bak ben bir çocuktan çıktım haylaz sarışın

Yüzümü güneşe tuttum, aykırı bir çocuktum



Buğday başakları arasından dünyaya gülümseyen



Bir sonbahar yüzümü yağmurda eskittim

Aynaları öptürdüm, aynaları dünyaya tuttum

Kuşlar uçuştular içinden dört bir yana



Ey sonbahar! Yaprak yaprak savruluşun büyüsü

Sevgilerimi sıcak sakla, acılarımı dağıt git



Bak ben bir çocuktum sarışın kiraz küpeli

Suçum yok sendelediysem bir aşk yangınıyla

Çünkü ölümdü ayrılıktı yalnızlıktı

Kalbin akan sesiyle daha yeni tanıştım



Bak ben başak kadar çocuktum ablası olmayan

Şiir çektim ayrılıklarla gölgelenmiş aşklardan

Uyanıp her gece uykudan denize açıldım.

Ah denize gömseydim denize gömseydim

Av şarkılarımı, ayrılıklarla biten aşklarımı

Ay bütün gece dizlerimde kanadığı zaman



Bak ben okuldan kaçtım üstüm başım kırağı



Kıskandım kuşların ulaşamadığı başı dumanlı dağları

Günlerdir kendime yakıştırdım, kuşlar yağdı şakaklarıma

Sonra yürüdüm her duvara bir pencere açarak

Yürüdüm dilimin ucunda yaprak döken bir türkü


Ahmet Ada

Meryem

Yine de son şansımı kullanmak
istemezdim saçlarının uğultulu hançeri
karşısında.. Sokaklarının tuzunu
kalbimin şaşkın ve sitemkâr
ipine bulamazdım..
Belki de dilimi felç
etmez, çehremden bu kadar
ürpermez, sesimde tozlanan bütün
şüphe belirtilerini ateşli ihtimal
seanslarına yormazdım..

Şehirde senin adın şiddetlense, şâyla
büyüse, kimsenin bilmediği puslu
haberlere koyu bir gül
süsü vermezdim..

Sen yine de bu soğuk, bu
yaban, bu çiğnenmiş çaresizliği iki
dudağının arasından sızdır
ma! Ve günün birinde yanılıp
da, mâzînin o me'yus yaralarına sakın kucak aç
ma!. Hem nasıl olsa, yıllar sonra
her mâsum hatırlayışın
rûhunu sıyıran içli, buruk
bir tadı kalacaktır aynalarda..

Hançerendeki tufan
işaretini biraz ertelesen oy
sa, takvimleri rendele
sen, hayat bir süre
hüsrana uğrasa... ve ellerine üşüşen meçhûl
hakikatı benim yitirişlerim
için perdelesen.. Sancılı
bahçelerde dilek-şart
kipiyle serinlemez, camların uçuk
eczasıyla meczup suların yatağından
uyanmaz, ve yalnız bana
zaptedilmiş senfonik susuşunu siyahın emanet
köpüğüne banmazdım..
Olsun. Yine de sen başlat, nâdim
olmuş bu sefil sözlere târizlerin ilk
âni hücumunu... Hor ve hakîr
gör, dünyaya bulaşan ay
gibi masun
bir hicâb meleğinin muhayyelât
rindinde yaptığı tahribatı..
Ama sana gözlerim
kadar yakın
bir bulutun hecesi olmayı
becerebilecek provaya geç
kalışımı bağışla! Bu yüzden gece
savaşlarıyla yüzüm
arasında ıslanan mesafeyi
kalbinle buluşturmam
i m k â n s ı z . . .

Sen bana unutulmuş
adaların o masmavi mührünü
vaadet! Parmaklarını dalgın
hâline beni inandır..
Benzim borç
lanıyor, bak:
Beniçocuket!.

B a h t s ı z ı m işte,
ömrüm

k ı r ı l a c a k . .

İhsan DENİZ

Dağlarda Ateşler Yandıkça

Oda karanlık
Odadan dışarı çık
Şehir karanlık
Şehirden dışarı çık
Korkma
Yürü bir hayli yürü
Gördün mü
Dağlar başladı artık.

Korkun dağılır rüzgarda
Bekle biraz
Dağlarda ateşler yandıkça
Karanlıktan korkulmaz.

Dağlar karanlık
Dağlara yukarı çık
Korkma
Yürü bir hayli yürü
Az daha yukarı çık
Birbirinden uzakta
Gördün mü
Ateşler parladı artık.

Şimdi dağlar kaldı yine ardında
Odan yendi karanlığı, ölümü
Dağlarda ateşler yandıkça
Karanlıktan korkulmazmış, gördün mü?

BEHÇET NECATİGİL

Filistinli sevgili


Gözlerin bir diken
yürege saplanmis,
çildirasiya sevilen,
iskencesine dayanilamayan.
Gözlerin bir diken,
rüzgârdan korudugum,
ötesinde acilarin, gecelerin,
derinlere sapladigim.
Kandiller yanar isiginla,
geceler dönüsür sabaha.
Bense unuturum birden,
- göz rastlar rastlamaz göze-,
yasadigimiz bir vakitler
kapinin ardinda
yanyana.

*
Sakirdin sanki konusurken.
Isterdim konusmak ben de.
Dudaklarda hayir mi kalmisti ki,
O bahar gibi dudaklarda!


Sözlerin
güvercin gibi
yuvamdan
uçtu gitti.
Kapimiz,
sonbahar kadar sari
basamaklari ardindan
firladi gitti
caninin çektigi yere.
Aynalar oldu paramparça,
yigildi içimize
aci üstüne aci.
Topladik sesin küllerini
getirdik bir araya.
Böylece söyler olduk
acili türküsünü yurdumuzun.
Hep birlikte sazin bagrina
ektik bu türküyü,
evlerin damlarina tas firlatir gibi
firlattik attik bu türküyü,
alin, dedik,
sancidan kivranan kalplere.
Oysa her seyi unuttum ben simdi.
Ya sen, ya sen, sevgili,
sesini kimselerin bilmedigi!
Belki de gidisindir senin
ya da susmandir
sazi paslandiran.

*
Dün seni limanda gördüm,
yapayalniz, yolluksuz yolcu.
Bir yetim gibi sana dogru kosuyordum,
ariyordum sanki yasli anami.

Nasil, nasil, yemyesil bir portakal agaci
kapanir bir hücreye ya da bir limana,
nasil saklanir gurbet elde
ve yemyesil kalir?
Yaziyorum not defterime:
Limanda durakaldim…
En dondurucu kis kadar soguk gözler gibiydi dünya,
doluydu portakal kabuklariyla ellerimiz.
Ve hep çöl, ve hep çöl, ve hep çöldü ardim.

*
Seni yalçin daglarda gördüm,
kuzularinla, kovalanan çoban kizi.
Sen benim bahçemdin,yikintilar ortasinda.
Bendim o yabanci, bendim kapini vuran.
Ey gönül! Ey gönül!
Kapi kalbimin üzerinde yükseliyordu,
pencere, taslar ve çimento
Kalbimin üzerinde.

*
Seni su testilerinde gördüm,
bugday basaklarinda,
yikik dökük, parça parça, unufak.
Hizmet ederken gördüm gece kulüplerinde,
sancilarin simseklerinde gördüm ve yaralarda.
Bagrimdan koparilmis ciger parçasi sensin.
Dudaklarima ses olacak yel sen.
Ates ve akarsu sensin.
Gördüm seni bir magaranin agzinda
yetimlerinin çamasirlarini iplere asarken.

Gördüm sokaklarda seni ve ates ocaklarinda,
kaynayan kaninda günesin.
Ve ahirlarda…
Ve bütün tuzlarinda denizin.
Ve kumlarda…
Toprak gibi güzel,
yasemin gibi,
ve çocuklar gibi.

*
Ve ant içerim ki,
bir mendil isleyecegim yarina kadar,
gözlerine sundugum siirlerle süslü
ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatli:
“Bir Filistin vardi,
bir Filistin gene var!”

*
Gözleriyle Filistin,
kollardaki, gögüslerdeki dövmelerle Filistin,
adiyla saniyla Filistin.
Düslerin Filistin’i ve acilarin,
ayaklarin, bedenlerin ve mendillerin Filistin’i,
sözcüklerin ve sessizligin Filistin’i
ve çigliklarin.
Ölümün ve dogumun Filistin’i,
tasidim seni eski defterlerimde
siirlerimin atesi gibi.
Kumanya gibi tasidim seni gezilerimde.
Koyaklarda çagirdim seni bagira bagira,
inlettim senin adina koyaklari:

Sakinin hey
kayalari döve döve sarkimi koparan simsekten!
Benim gençligin yüregi!
Benim beyaz kanatli atli!
Benim yikan putlari!
Kartallari tepeleyen siirleri benim eken
tüm sinirlarina Suriye’nin!
Zalim düsmana bagirdim, ey Filistin, senin adina:
“Ölürsem, ey böcekler, vücudumu didik didik edin!”
Karinca yumurtasindan kartal çikmaz hiçbir vakit,
yalniz yilan çikar zehirli yilanlardan!
Ben barbarlarin atlarini iyi bilirim.
Bir ben dururum onlarin karsisinda,
bir ben,
gençligin yüregiyim her daim,
yüregiyim beyaz kanatli atlilarin.

Mahmut Derviş

Ve yolda bir mesaj


VE YOLDA BİR MESAJ

Bir gün geleceğim ve bir mesaj getireceğim,
Nur dökeceğim damarlara.
Ve “Ey sepetleri rüya dolu olan sizler!
Elma getirdim; güneşin kızıl elmasını.” diye haykıracağım.

Geleceğim; bir yasemin çiçeği vereceğim dilenciye.
Cüzamlı güzel kadına bir küpe daha armağan edeceğim.
“Ne seyredilesi bir bahçe!” diyeceğim görmeyen insana.
Seyyar satıcı olacağım; sokakları dolaşacağım;
“Şebnem var, şebnem, şebnem!” diye bağıracağım.
“Gerçekten de karanlık bir gece!” diyecek, yoldan geçen biri.
Bir Samanyolu bağışlayacağım ona.
Ayaksız bir kızcağız var köprüde;
Büyükayı'yı asacağım onun boynuna.
Ne kadar küfür varsa, toplayacağım dudaklardan.
Ne kadar duvar varsa, yıkacağım temelinden.
“Yükü tebessüm olan bir kervan geldi.” diyeceğim haydutlara.
Bulutları parçalayacağım.
Düğümleyeceğim gözleri güneşle, gönülleri aşkla, gölgeleri suyla, dalları rüzgârla.
Ve cırcır böceklerinin sesiyle bağlayacağım çocuğun düşünü.
Uçurtmalar salacağım havaya.
Sulayacağım saksıları.

Geleceğim, okşayışın yeşil otunu dökeceğim; atların, ineklerin önüne.
Şebnem kovasını getireceğim, susuz kısrağa.
Ve kovacağım yoldaki yaşlı eşeğin üstünden sinekleri.

Geleceğim, her duvarın üzerine bir karanfil dikeceğim;
Her pencerenin dibinde bir şiir okuyacağım.
Bir çam vereceğim her kargaya.
“Ne kadar da muhteşemdir kurbağa!” diyeceğim yılana.
Barıştıracağım,
Tanıştıracağım,
Yürüyeceğim,
Nur içeceğim,
Seveceğim.

Sohrab Sepehri
(1928-1980)

Efsun


Gözyaşları işte sana sunduğum
Bir nihavend bir ağıt girdabında
Halka halka sana uçurduğum
Yusufcuk düşleri göl kenarında

Göl büyüsü bu yanıbaşımda
Efsunlu kase sana sunduğum
Sihirler bezeli kalp atışımda
Sesim soluğum işte varlığım

Abdullah Kargılı
Aralık 2008

Öne Çıkan Yayın

Bir Azizin ardından

Bastığı yeri bile incitmek istemeyen, çevresine ikram eden, insanların dertleriyle ilgilenen, hayvanları gözetip kollayan hal ehli,...