Unadikum

Size sesleniyorum!

Ellerinizi tutuyorum sımsıkı

Bastığınız yerleri öpüyor

Ve diyorum ki: Sizin için feda olayım!

Gözlerimin ışığını sunuyor,

Sıcacık kalbimi veriyorum

Dipdiri bir felaket

Sizin felaketinizden bana düşen

Vatanıma ihanet etmedim

Omzum dik

Karşı durdum zalimlere

Yetim, çıplak, yalınayak!

Kanımı avuçlarımda taşıdım

Yok ettirmedim inançlarımı

Mezarlarını önden gidenlerin

ve üzerindeki yeşil otları bile

Korudum!

Küller ve Kar

Küller ve Kar

Bu anda bana gelirsen,
dakikaların saat olur,
saatlerin gün,
ve günlerin bir ömür olur.

Fillerin Prensesine...
Tam bir yıl önce kayboldum.
O gün bir mektup aldım.
Beni fillerle yaşamımın başladığı yere
geri çağırıyordu
Lütfen aramızda bir yıldır süren
sessizlik için beni bağışla.
Bu mektup sessizliği kırdı.
Sana yazacağım 365 mektubun ilki.
herbir sessizlik günü için bir tane.
Asla bu mektuplardaki kendimden
fazlası olmayacağım.
Bunlar benim kuş yolu haritalarım.
ve bunlar doğru olacağını
bildiklerimin hepsi.
Herşeyi hatırlayacaksın.
Herşey öncesi gibi olacak.
Zamanın başlangıçında,
gökyüzü uçan fillerle doluydu.
Her gece gökyüzünde aynı yere yatıyorlardı.
Ve bir gözleri açık hayal kuruyorlardı.
Eğer gece yukarıdaki
yıldızlara bakarsanız...
bir gözleri açık uyuyan fillerin
ışıldayan gözlerini görürsünüz.
En iyisi bizi izlemeye devam edin.
Evim yandığından beri
ayı daha net görüyorum.
İçime düşen tüm cennetlere bakıyorum.
Ellerimle tuttuğum cennetler gördüm,
fakat bıraktım.
Tutamadığım sözler gördüm.
Azaltamadığım acılar...
İyileştiremediğim yaralar...
Dökemediğim gözyaşları...
Kederlenemediğim ölümler gördüm.
Karşılık veremediğim dualar...
Açmadığım kapılar...
Kapatmadığım kapılar...
ve yaşamadığım hayaller...
Kabul edemediğim,
bana sunulanların hepsini gördüm.
Arzu ettiğim,
fakat asla almadığım mektuplar gördüm.
Olabileceklerin tümünü gördüm,
fakat asla olmayacak...
Hortumunu yukarı kaldırmış bir fil
yıldızlara bir mektuptur.
Balinanın suda sıçraması
denizin dibinden bir mektuptur.
Bu imgeler hayallerime bir mektuptur.
Bu mektuplar sana olan mektuplarımdır.
Kalbim pencereleri yıllardır açılmamış
eski bir ev gibidir.
Fakat şimdi pencerelerin
açıldığını duyuyorum.
Turnaların Himalayaların
eriyen karlarının üstünde...
yüzdüğünü hatırlıyorum.
Deniz ayısının kuyruğunda uyumak...
Sakallı fokların şarkısı...
Zebranın havlaması...
Kumun çıtırdamaları...
Karakulakların kulakları...
Fillerin egemenliği...
Balinaların suda sıçraması...
ve boğa antilopunun silueti...
meerkat'in ayak parmağının
kıvrımını hatırlıyorum.
Gange nehrinde yüzmek...
Nil'de gemi yolculuğu...
Hatshepsut kolidorlarında dolaşmayı ve
birçok kadının yüzünü hatırlıyorum.
Sonsuz denizler ve binlerce mil nehirler...
Babalar ile çocuklar hatırlıyorum...
ve tadı...hatırlıyorum...
ve şeftalinin kabuğunu soymayı...
Herşeyi hatırlıyorum.
Fakat geride bırakılanları
hiç hatırlamıyorum.
rüyalarını hatırla...
hatırla...
Savanna fillerini daha uzun izledikçe,
daha fazla dinledikçe,
daha fazla açtıkça,...
bana kim olduğumu hatırlatıyorlar.
Koruyucu filler, doğa orkestrasının
tüm müzisyenleri ile birlikte...
çalışma isteğimi duyabilir mi?
Filin gözlerinden görmek istiyorum.
Adımları olmayan dansa katılmak istiyorum.
Dansın kendisi olmak istiyorum.
Eğer daha yakına gelir veya
daha uzağa gidersen söyleyemem.
Yüzüne baktığımda bulduğum
huzuru özlüyorum.
Eğer şimdi yüzün bana dönerse,
kaybolduğunu sandığım yüzü
tekrar bulmam belki daha kolay olur.
kendimin.
Tüy ateşe
ateş kana
kan kemiğe
kemik iliğe
ilik küllere
küller kara
Balinalar şarkı söylemiyor,
çünkü bir cevapları var.
Şarkı söylüyorlar,
çünkü bir şarkıları var.
Ne önemlidir,
sayfada yazılı olan değil,
Önemli olan,
gönülde ne yazılı olduğudur.
Haydi mektupları yak
ve küllerini kara ser.
Nehrin kenarında,
bahar geldiğinde ve kar eridiğinde
ve nehir yükseldiğinde kıyısına geri dön.
ve kapalı gözlerinle
mektuplarımı tekrar oku.
Bırak kelimeler ve imgeler vücudunu
dalgalar gibi yıkasın.
Ellerinle kulaklarını kapa
ve mektupları tekrar oku.
Cennet müziklerini dinle.
sayfa, sonraki sayfa, sonraki sayfa...
Kuşun yolundan uç.
Uç...
Uç...
Uç...

Gregory Colbert’in 2005 yapımı Belgesel Sunumu

Islak Çeltikler'e

benim bir sevincim var yüzün artık akşam
bir çocuğun gülüşünü görüyorsun nereye baksam

kıyımız uzak ve kuytuda ellerimiz sanki yok
ellerimiz yok ama senin ellerini bir tutsam

bazı çocuklar doğar bilirim bazı çocuklar doğmaz
doğmayan çocuklar için bilmem ne yapsam

ey çavlan. bitmeyen temmuz güneşi. ey aslan
silkin. sakla harmanını. çocuğunu sakla

ey aslan. suya kaptır kendini ellerin sanki yok
bir güzel günde mızıkalarla bir alanda dursam

sen yoksun gazeteler yok geçmişin razı değil
bilmem ki doğmayan çocukları ben mi doğsam

Turgut UYAR

Uzun yağmurlardan sonra

Sen yağmurlu günlere yakışırsın
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır
Işırsa beni unutma

Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün
Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün
Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün
Her şeye rağmen ellerin üşür
Üşürse beni unutma

Yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer
Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular
Kahredersin başın önüne düşer
Düşerse beni unutma

Gülten AKIN

Bir Tereddütün Şiiri

bir pazar yorgunuyum sevgili günce
yazılı olmuşum dün gece sosyalden ve dinden
sahici sanat çalışmışım, dolmuşum ta boğazıma
büyük müzik, uzun roman, mutlak kibirle
deri değiştirmişim beşiktaş’a geçerken alelacele
bugün pazar, bugünpazar gazeteleri alıp
basıyorum yaralara ekleriyle
küçükkentsoyluya bir kalıp ezine
balkonda begonya güzeldir vesaire
vapurların biteviye geçtiğini bilmek hem şu yönde



mutlupazar dondurmaları eriyor balıkları büyüyor
duyuyor musun ey günce
lirikler şarlayarak iniyorum ilk durakta
patates baskı kızlar da iniyor usta
rimeller, sivilceler, pozitif enerjiler iniyor
başımda beğendiğim dizelerimden bir ayla
çıkarken geçirivermişim üstüme kentli bir sıkıntı
büyüğünden üstelik, dökümlü duruyor
çekirdek aileler hafta içini çitiliyor
bungunluğu, taksitleri, ortanca kızın karasevdasını
sahile götürmeli çocukları, insanlar benzemeli birbirine
uzaktan geçen gemiler ilk gençlik yıllarım
demeli baba sigara dumanından bir mask suratında
yaşlanıyorum, çünkü korkuyorum diye sayıklamalı anne
kızımın kalbini karartacak gemiler ufukta
deniz gözlerini alıyor, çocuklar
çocuklar yeni bir iftarın eşiğinde
şehrin dişlerinde bir kamaşma deniz,
deniz tuzla uyandırılmış havva

Ahmet Murat

Yeniden

Anladım bir yeryüzü sürgünü olduğumu yeniden
Neresinden tutacağımı bilemediğim bu hayat
hoyrat insanların tornasında eğilen, bükülen
Acıyla, elemle herkesin birbirini ve beni
yemesini seyreden, yeniden ve yeniden...



Anladım iflâh olmaz biri olduğumu, yeniden
Beynime çevrilmiş silah, göğsüme dayanmış hançer,
kalbime sokulmuş dinamit; binbir söz, binbir yüz
Anladım, ağaçta kızaran elma, tarlada büyüyen buğday,
saksıda yeşil fesleğen, rüzgârla savrulan yaprak,
tepelerde dönen kartal, anladım anladım

Anladım görür görmez 'işte bencileyin bir adam' der, Celâl Usta
Saçma bir dünyada hayatın anlamını arayan
'Herşeyin ama herşeyin bir anlamı ' olduğunu
bilen, bildiren ruh marangozu
Alnımın ortasındaki o derin çizgiden kendi çizgisine anlam taşıyan
Anladım, hayatın kıyısında, yalnız, kendince, bilge
Alnının ortasında derin çizgiyle...

Anladım, insanlar insanları öldürebilir, ciğerlerini sökebilir,
çarmıha gerebilir, kazığa oturtabilir, çiğ çiğ yiyebilir
Ben kusarım. Bütün ölenler için öldürenlere
Irmaklarca, denizlerce... tiksintiyle, elemle
Adımı insan hanesinden siliyorum
Siliyorum, siliyorum, tiksiniyorum

Anladım, yeniden anladım; insan hanesinden adımı siliyorum

Yusuf Alper

Biz

Ve biz,
Biz yaşamı sınırsız severiz
Ve İki şehid arasında raks ederiz
Onların arasında menekşeler için, minare ve palmiye ağaçları dikeriz
Biz yaşamı sınırsız severiz
İpek böceğinden bir tel çalarak gökyüzüne çiçek deseni öreriz
Ve kaçış için bahçenin kapılarını aralarız
Ki yasemin çiçekleri tüm caddeyi kaplasın
Güzel bir gün gibi,
Yaşamı sınırsız severiz
Nerede olursak olalım geçtiğimiz yere bitkiler diker
Ve ölülerimizi yerden kaldırırız
Ve rengin ıssızlığında
Uzakları okşarız
Uzaklar
Toza, toprağa karşı bir at’ın çığlığını soluk yaparız kendimize
İsimlerimizi taştan, taşa kazırız
Ah, ey aydınlık
Aydınlık sun
Geceye
azcık ışık sun.
Biz
Yaşamı
sınırsız
seviyoruz…

Mahmud DERVİŞ

Leyla

Günlerden bir özge bir gün müdür
Yaprak dökümü müdür gizemli neylerin
Dağlar Leyla albenisiyle mi donanmıştır
Bulutların doluktuğu
Bunlar sözcük müdür yoksa tuz ırmağı mı


Roma’ya yakınılan ben miyim
Bir gün
Her gün gelen meleğin gelmeyeceğini
Bilen ben miyim
İlenen Leyla mıdır Leyla mıdır



(kötürüm bir yel eser ıraklardan
Üçgenlerin eşliğinde
Unutulur olay özellikleri
Şems’in öğütleri erir ufukta
Doğuda batar güneş)


Kötürüm bir yel eser ıraklardan
Çağlar alınyazımı tartışır
Karanlığı tırmalar karanlık bilgeler
Evren bir savaş alanıdır
Aşkı eline dolayan bir dize yürür üstüme
Bir kent mecnunu keser yollarımı
Leyla’yı sorar


( ölüm şarkısını çalar gizemli neyler
Düşer – bu bir ölüm düşüşüdür – çılgın hüseyniler
Bağlanır bir aksak hicazda Şevki Bey’in kolları
Doğuda batar güneş )


Leyla bir özge can mıdır
Can içinde can mıdır
Bir adam anlattılar leyla’yı avuçlarında gizliyormuş
Bir adam koynunda taşıyormuş onu
Onları kıskanmak mıdır leyla’ya giden yol
Ağlasak bağışlar mı
Nasıl ölünür uğrunda


Söz verilmiş ülkede yabancı
Ağlamayan gezgini düşündüm
Nil’i gözleriyle içen bir bilge gibi
Sara gülümsüyor
Yargıç yok taşı kim atacak
Leyla bilmez mi gerekli olduğunu
Şu anda
Ben İbrahim ve sara


Leyla bilmez mi


Erzurum 1973

İlhami Çiçek

Bırakıp Gittin Beni

bırakıp gittin beni bütün kapılarda
bütün çöllerde tek başıma kodun
şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim
vardığım hiç bir yerde değildin


sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam
hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını
denizde dalgakırandan da boş boşluğunu bir günün
seslenip de senden cevap alamadığım sessizliği

bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz
her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle
düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni
yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin
düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden

başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç
bana bakıp görmediğin için
ben yokken içini çektiğin için

ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen

Luis Aragon

Öne Çıkan Yayın

Bir Azizin ardından

Bastığı yeri bile incitmek istemeyen, çevresine ikram eden, insanların dertleriyle ilgilenen, hayvanları gözetip kollayan hal ehli,...